Hey gidinin efesi Yörük Ali Efe

[color=blue]İz Bırakanlar
Ahmet Sırrı Arvas


Hey gidinin efesi Yörük Ali Efe

Yörük Ali, 1896 yılında, Aydın ili Sultanhisar ilçesi Kavaklı köyünde doğar. Babası (Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Abdi) arkadaşını korumak için katıldığı bir kavgada ölünce annesi (Fatma Kadın) tekrar evlenmek zorunda kalır. Yörük Ali üvey baba elinde büyür. Babalığı kendi halinde bir adamdır, Sultanhisar kahvelerinde ekmek arası kebap satar. Yörük Ali oyun oyuncak bilmez, gündüzleri mangal yeller, gece koyunlara bakar.
Kafkas Cephesi’nin hareketlendiği günlerde onu da askere çağırırlar. Yörük Ali seve seve Peygamber ocağına koşar. Ancak İzmir 5. Depo Alayında, Ermeni bir subaydan dayak yeyince kışladan kaçar. İyi de bir firari köyünde kentinde barınamaz ki! İster istemez dağa çıkar, Yanık Efe’ye (Halil İbrahim Efe) katılmayı arzular. Gelgelelim kızanlar onu toy ve cüssesiz bulur, alaya alırlar.

Dağlara...
Bu kez Alaiyeli Molla Ali’nin kapısını çalar. Molla Ali yiğitten anlar. Her ne kadar adamları “burası mektep mi? Kızanlık parmak emen tıfıllara mı kaldı?” deseler de aldırmaz.
Molla Ali medrese mezunudur, şair ruhludur. Nitekim Yörük Ali de ondan çok şey öğrenir, ‘Efe’sini örnek almaya bakar.
Tam beş yıl yöreyi harmanlar, cesareti ve zekâsıyla yükselmeye başlar. Molla Ali vurulunca arkadaşları onu (ki henüz 23 yaşındadır) çete başı yaparlar.
Şimdi burada bir parantez açmakta yarar var: O günlerde iki çeşit çete vardır. Biri yol keser, ev basar, can yakar, sizin anlayacağınız şakilik yapar. Diğerleri bunlarla uğraşır, fukaranın hakkını arar, kendilerince adalet dağıtırlar. Efeler kanun dışı olmalarına rağmen itibarlıdırlar. Zulme uğrayan gelir, maruzatını sunar. Yörük Ali, iğnenin deliğine de girse de zalimi bulur ve façasını bozar. Aç doyurur, yolcu ağırlar, yoksul kızlara çeyiz yapar, fukara oğlanlara düğün kurar.
Efe dediğin liderlik vasfına haiz olmalıdır, eğer eski efenin oğlu “babası gibiyse” onun etrafında toplanırlar. Değilse sevilen bir zeybeği seçer emrine uyarlar.
Efeler Efeye asla silah çekmezler. Bunların bağrı yanıktır, mintan düğmesi iliklemezler, folklor ekiplerinin aksine uzun şalvar giyerler. Makili dikenli Ege dağlarında cıbıl bacak dolanacak değillerdir ya. Ayaklarına da “kayalık” denilen uzun gonçlu çizmeler geçirir, omuzlarında “Filinta” taşırlar.
Efeler pelvan tıraşı yaptırır, kafalarını ustura ile parlatırlar. Bakmayın o heykellere bir efe asla ve kat’a bıyıksız olamaz. Ürkütücü görünseler de pamuk yüreklidirler, kul hakkından pek korkarlar.
Kızanlar, efenin çocukları gibidir, uzun kollu sade mintana, sırmalı cepken yakıştırırlar. Kuşaklarında hançer olur, tüfek olarak da “Martin” kullanırlar.
Kızanlar yalan dolan bilmez, sözünden dönmez, her işlerini efelerine danışırlar. Zeybek olacakları günün hasretiyle yanıp tutuşurlar ki evlensin barklansınlar.
Devlet erkanı elbette bu “fahri hakim”lerden hoşlanmaz. Zaman zaman üstlerine müfreze yollar. Zeybeklerle askerler birbirlerine mavzer doğrultur müsademede bulunurlar. Yörük Ali, bir keresinde kızanlarıyla Menderes’i geçerken Jandarmanın pususuna düşer, çoğu isabet alır. Yörük salın ipini keser, akıntı onu taaa uzaklara atar.
Azıcık daha gerilere gidelim.
18 yüzyıla kadar Batı Anadolu Ayanlardan (bir nevi bey) sorulur, bunlar efelerle uyum içinde yaşarlar. Ege çocukları zeybek hikâyeleri ile büyür, kızanlara toz kondurmaz. Ancak M. Reşid Paşa yayınladığı ferman ile ipler kopar. Tanzimatçı valiler efeleri kaale almaz, hatta yok sayarlar. Yetmez gibi onlara kıyafet dayatmaya kalkarlar. İşte Atçalı Kel Mehmed’in isyanı bu sebepten patlar.
1. Cihan Harbinden sonra padişah iradesi ile affedilirler. Bazıları düze iner, çiftine çubuğuna döner. Lâkin hasmı olan istese de dağdan kopamaz, efelikten cayamaz. Haliyle kanun dışı kalır, bedeline de katlanırlar.
Mondros Mütarekesinin ardından memleketin üzerinde kara bulutlar dolanır. Ordularımız dağıtılır, silahlarımız alınır. Derken Yunan istilası başlar. Adamlar ellerini kollarını sallayarak İzmir’e çıkar, Aydın, Nazilli derken Denizli’ye ulaşırlar. İzmir Metropoliti Hırisostomos’un öncülüğünde kan döker, katliam yaparlar.
Çanakkale Savaşından sonra ortalıkta genç kalmaz, topraklar ekilip biçilemez, mevcut harmanları da Yunan yakar.
Muhacirler nispeten emin beldelere sığınır, iyi de bunca insanı doyurmak, yatırmak kolay mıdır? Bebeler açlıktan telef olur, anaları sıtmadan kırılırlar.
Denizli’nin az çok direnecek gücü bulunursa da Aydın çok zayıftır. Sözde 57. Fırka vardır, ancak mevcudu 300’e varmaz. Bunlar da muharip değil, seyis, katip, aşçıdırlar. Miralay Mehmet Şefik Bey, Menderes’in güneyinde ‘Andon Ağa’ adlı bir Rum’un çiftliğine çekilir, askerlerini zor günlere saklar.
En acısı da millet yeis içindedir, mücadele azmi bulunmaz.
O gün Yörük Ali, cins atına biner, ardında sıra sıra kızanlar. Mahmuzları vurur, küheylanları şahlandırırlar. Nasıl bir nal sesi, ortalık toz duman... Bakın şu işe ki henüz 15’inde bir kız yolu ortalamış gelmektedir karşıdan... Omzunda güğüm, elinde bakraç filan... Ama hiç umursamadan.

Erkek misin?
Yörük Ali dizginlere asılır, çarpmasına ramak kalır. At âdeta fren yapar. Halbuki bu diyarda kadınlar kenara çekilmek zorundadırlar. Yörük Ali öfkeyle sorar: “Sen erkeğe yol verilceğni bilmiyonnu gız?” Cevap tokat gibidir. “Af edersiniz siz erkek misiniz?”
-Ne biçim konuşuyon len?
-Gâvur melmekete girmiş. Asıyo, kesiyo, tecavüz ediyo. Beyimiz keyfince at gezdiriyo. Tüh senin kalıbına. Gören de adam sancek! Yiğit olan gider, palikaryaya çatar!..
Hık mık... Gel de cevap ver.
Yörük Ali ani bir kararla kızanlarını toplar, ittifakla savaşa katılma kararı alırlar.
İlk işi defalarca çatıştığı müfreze komutanı Fethi Bey’in kapısını çalmak olur. Halleşir, helalleşir, kucaklaşırlar...
Sanırım ağlaşırlar da...
[/color]

Konular