Vefa, fedakârlık ister

[color=green]Vefa; sözünde durmak, ahde vefa; verdiği sözü yerine getirmek anlamındadır. Fedakârlık ise; verdiği sözü yerine getirebilmek için, canından, malından, makamından ve nefsinin sevdiği şeylerden vazgeçebilmektir.

İman etmek, İslamiyet’i kabul etmek, Allahü teâlâya söz vermek demektir. Bu sözde durabilmek için, nefsin isteklerini, arzularını terk etmek lazımdır. Nefsin istekleri terk edilmedikçe, verilen sözde durulmuş olmaz. Fedakârlık yoksa, orada vefa da olmaz. Allahü teâlânın rızası için, nefsin istekleri, feda edilmelidir. Çünkü insanın nefsi, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak istemez.

Dinimizde bildirilen ibadetleri yerine getirmek, yasaklardan sakınmak, Rabbimizin emridir. Bu emirler de, sırf Allahü teâlânın rızası için yapılır. Bu sebeple ibadetlerde niyetin önemi büyüktür. İslamiyet’te niyet o kadar mühimdir ki, İslamiyet’in emrettiği bir şey, dünya menfaati için yapılınca sahih ve makbul olmuyor. Dünya işi sayılıyor. Herhangi bir dünya işi de, ahiret menfaati için yapılınca, ibadet halini alıyor. Düşüncesini temizleyen ve niyetini düzelten bir kimse, yemekte, içmekte ve her türlü dünya işlerinde ahiret faydasını gözeterek, sevap kazanmak fırsatını elden kaçırmaz.

İnsanlar bütün işlerinde, hatta ibadetlerinde, dünya menfaati, maddi kazanç aramaya alıştırılırsa, menfaatperestlik, egoistlik hasıl olur. Halbuki İslamiyet, nefslerin böyle kötü isteklerini yatıştırmayı, maddicilikten fedakârlık etmeyi, menfaati hakir görmeyi, ahlakın ve ruhun temizlenmesini, yükselmesini istemektedir. Şura suresinin 20. âyet-i kerimesinde mealen; (Ahireti kazanmak için çalışanların kazançlarını artırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, ondan veririz. Fakat, ahirette bunların eline bir şey geçmeyecektir) buyurulmuştur.

Peygamber efendimiz de; (Allahü teâlâ, ahiret için yapılan iyiliklere dünyada da mükafat verir. Fakat, yalnız dünya için yapılan işlere ahirette hiç mükafat vermez) buyurmuştur.

Bir zaman Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin gözlerinde bir ağrı meydana gelir. Doktor çağrılır. Gelen doktor Hıristiyandır. Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin gözlerini muayene eder ve;
-Gözlerinize su değdirmeyeceksiniz der. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri;
-Su değdirmesem nasıl abdest alırım? deyince doktor;
-Gözleriniz size lazımsa su değdirmeyeceksiniz cevabını verir.

Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, öğle namazı vakti girince, su ile abdest alır, namazını kılar ve namazdan sonra da bir miktar uyur. Uyandığında gözlerinde hiç ağrı kalmadığını anlar ve; “Ey Cüneyd! Sen Allahü teâlâ için gözlerini feda ettiğinden, Allahü teâlâ da senden o ağrıyı aldı” diye bir ses işitir.

Bir zaman sonra Hristiyan doktor tekrar gelir ve Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin gözlerinin tamamen iyi olduğunu görünce;
-Nasıl yaptın da iyi oldun diye sorar.
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri olanları anlatır. Doktor, hemen Onun elini öper, iman eder ve;
-Esas ağrıyan göz sizinki değil benim gözlerim imiş. Hakikatleri göremeyen ben imişim der...

Ebu Osman Mağribi hazretleri, önceleri nefsinin istekleri peşinde koşan bir kimse imiş. Çok zengin olup, ava da meraklıymış. Sadık bir av köpeği varmış. Geceleri süt içmeden yatmazmış. Bir gece yine süt içmek istemiş. Sütü fazla ısıttığı için soğumaya bırakmış. Fakat beklerken uyuyakalmış. Sadık av köpeği de yanında imiş. Uyandığında sütü içmek için kaba uzanmış fakat köpek üzerine saldırıp sütü içmesine mani olmuş. Buna bir mana veremeyip, süt kabına tekrar uzanmış. Köpek yine hırlayıp saldırmış. Bu hal üç defa tekrar edince, köpek hemen fırlayıp, süt kabının içine başını sokmuş ve bir miktar içip kenara çekilmiş. Ve biraz sonra da ölmüş. Meğer Ebu Osman Mağribi hazretleri uyurken, büyük bir yılan süt kabının içine başını sokup zehirini akıtmış. Köpek de sahibinin sütü içmesine bunun için mani olmak istemiş, mani olamayınca da efendisine sadakatinden dolayı sütü kendisi içmiş. Böylece efendisi için kendisini feda etmiş.

Ebu Osman Mağribi hazretleri, bu durumu anlayınca, köpeğin bu sadakatinden ve efendisi için kendisini feda etmesinden çok etkilenmiş. Bundan kendisine ders çıkartarak, hemen tövbe etmiş ve bütün malını cenâb-ı Hakkın rızası için muhtaçlara dağıtarak, Allahü teâlânın sevdiklerinden olmaya çalışmış ve olmuştur da.

Netice olarak vefa yani verdiği sözde durmak, nefsin isteklerinden vazgeçmekle yani fedakârlık yapmakla mümkündür. Vefa, fedakârlıkla vardır. Vefa olmadan fedakârlıktan ve fedakârlık olmadan da vefadan söz etmek mümkün değildir. Hakiki kul olabilmek için, nefsi ve isteklerini feda etmek, bunlardan vazgeçmek şarttır.[/color][b]

[url]www.osmanunlu.org/[/url]
[/b]

Konular