Hayvanlara Peygamberimizin gözüyle bakmaya ne dersiniz?

[size=18px][color=black]Hayvanlara Peygamberimizin gözüyle bakmaya ne dersiniz?


Çevresinde kedi gezinen dostuna sordu: “Kediyi çok mu seviyorsun?” “Evet” cevabını alınca “O zaman senin adın Ebu Hureyre olsun” buyurdu… İşte ismi o andan itibaren öyle kaldı, “Kediciğin babası” yani… Bir not olarak konulması gereken bir ayrıntı da şudur: Ebu Hureyre hadis tarihinde en çok hadis rivayet eden sahabedir. Yani, tasarlanarak, bilinerek, ileriye işaret edilerek yapılmış bir isimlendirme. İsmi çok anılacak bir sahabesine “kediciğin babası” diyerek bu hassasiyeti tarihe kazımak!..
Hayvanlarıi dilsiz ve korkumasız bu canlıları sevmemiz ve korumamız için daha çarpıcı bir iş yapılabilir miydi? Hangi iş en sevdiklerinden, etrafta en çok gezinenlerden birine bu ismi koymaktan daha etkili olabilirdi? Belki hiçbir şey, ama en sevgili peygamberimiz burada da durmadı. 23 yıllık peygamberlik hayatında hayvanları korumaya yönelik yapılabilecek her şeyi nokta nokta işleme koydu, hayata kattı. Kimlere? Hayvanları canlı hedef yapan, onları yaraladıktan sonra günlerce can çekişmelerine izleyici kalan insanlara.
Canları çektiğinde hayvanın etinden yiyenlere. Bunu normal görenlere. Kademe kademe, sindire sindire böylesi insanları olması gereken çizgiye çekti. Sonra ince hatlar çizildi. Nihayet 63 yıl sonunda Medine’sinde ebedi uykusuna çekildiğinde hayvan haklarıyla ilgili muhteşem bir yol haritası ve tavırlar bıraktı. Onun rahmet dünyasında bu masum canlıların nasıl bir anlam kazandığına bakalım…
Bir seferinde sırf zevk veya av merakından dolayı canlıların hayatına son verenleri şöyle eleştirdi: “Bir serçeyi haksız yere öldüren hesabını verecek!” Sahabe sordular: “Ey Allah’ın Resulü! Haksız yere öldürmek derken neyi kastettiniz?” Şöyle cevap verdiler: “Onu yememeyi…” Açıkça, canını ve etini heder edip keyif ve zevk için onu öldürmek!
Yolculukları sırasında bindiği deveyi yavaşlatıyor, dizginleri bırakıyor ve otlanmasına izin veriyordu. Deve iyice doyduktan ve gıdasını aldıktan sonra yoluna devam ediyordu. Yol üzerinde farklı ot ve yeşilliklerin yanından geçerken, hayvanın canının çekebileceği, iştahını cezbedebileceğini düşünür, mola verirdi. “Yol yeşillik ise hayvanınızı yavaş sürün, kuru ise hızlandırabilirsiniz…” diyen bir peygamber…
Hayvanın vücuduna kızdırılmış demirle damga bırakanları gördüğünde hiddetlenmiş, “Kim bu hayvanı çirkinleştirdi, eziyet etti? Kimse kimseye ateşle azap edemez!” buyurarak tepki göstermiştir. Hayvanını kesecekken, hayvanın gözü önünde bıçağını keskinleştiren adama dönüp “Ne o? Yoksa hayvanı iki kere mi öldüreceksin?” buyurması, bugün kurban görevimizi yerine getirirken yüklenmemiz gereken sorumluluğu bize hatırlatmıyor mu?
Araplar devenin üzerinde durup saatlerce sohbet eder ve hatta bazı özel günlerde gün boyu deve üzerinde kurulup karşılıklı atışırlardı. O, bütün bunları yasaklamış ve hayvan üzerinde sohbetten insanları men etmiştir. Hayvanın yaşlılık zamanlarında yemini azaltan sahibine sert ikazda bulunup “Şimdi yemini azalttın, bir de keseceksin onu. Onu Allah için salıversen olmaz mı?” buyurarak rahmet damarlarını kabartıyordu. Devesine sert davranan eşi Hz. Aişe’yi (ra) uyarıp “Merhametten mahrum olan hayırdan uzaktır!” buyuruyordu…
İşte o zirve döneminin sonraki yıllara yansıması sayesindedir ki, Hz. Ömer halifeliği döneminde develere 150 kilodan fazla yük yüklenmesini yasaklamıştır. Acaba hayvan hakları yöneticileri, hazırlayacakları çalışmalarda Efendimiz’in bu yönünü derinliğine araştırıp toplumu bilgilendirseler güzel olmaz mı?
Doç. Dr. Nihat Hatipoğlu, Hürriyet[/color][/size]

Konular