10 Ekim 2006 tarihli konular

KALP HUZURUNA ERMEDE ÖLÇÜ

  • Nalan

Kalp ile kalıp kelimeleri arasında, harfler bakımından yakınlık varsa da delâlet ettikleri mânâ yönünden büyük farklılık vardır. Vücut yapısının rahatlığı ile kalbin huzuru, birbirinden tamamen ayn şeylerdir. Bunu ayırt edemeyen kimseler, konforda huzur arama yanlışına saplanmaktadırlar. Aradığını bulamayan ve muhtaç bulunduğu feyze mazhar olamayan kalplerde çırpınma başlamakta ve -gitgide- bunalıma dönüşmektedir.

Kalp iki şeyden rahatsız olur:
a) Sahibinin günaha yönelmesinden;

b) Şahsın zikrullahtan uzak olmasından.
Kalbinde huzur arayan kimse, önce isyandan uzaklaşmak zorundadır. Ashâbtan Nevvâs bin Sem'ân (r.a.); Peygamber (s.a.v.)'den, günahın mahiyetini tesbit için bir ölçü lütfetmesini istemişti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), "Günah, senin göğsünde (tereddüt) dokuyan şey ile insanların muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir" (1) cevabını verdi. Cenâb-ı Hakk'ın beşerin sadrına yerleştirdiği bu manevî alarm cihazı, kişinin isyana yönelmesi ile sinyal vermeye başlar. Bu ikazlardan tedirgin olan kalp, huzurdan mahrum kalır.

FELÂH VE KURTULUŞUN ÖLÇÜLERİ

  • Nalan

Aklı başında olan ve geleceğini düşünen bir kimse, korktuğundan emin olmak ve felâha ermek ister. Bu arzu, kuru bir temenni olarak kaldıkça felaha kavuşmak mümkün değildir. Akl-ı selim sahibi bir insan enine boyuna tefekkür ederek felâhı ararsa Cenâb-ı Hak da ona kurtu-luşun yolunu açar. Halka hak olan yolu gösteren Resûl-i Ekrem, "Kendisine öz (lü bir akıl) verilen, felâhı bulur" (1) buyurmuştur.

Felâh, dünya ve ahiretle ilgili olmak üzere iki kısımdır. Şöyle ki Dünyanın felâhı:


Fâni hayatın hoş bir hale geleceği saadetlerle mesut ve muzaffer olmaktır. Bu mânâdaki felâh; zenginlik, makam ve şeref gibi şeylerdir.

İLAHÎ İMTİYAZLARA NAİLİYET ÖLÇÜLERİ

  • Nalan

Âdemoğlunun imtiyazlarım tesbitte, akıldan mahrum bulunan canlılar ve beşerî topluluklar ile mukayese olmak üzere, iki yol vardır. İnsan, fizikî yapısının ihtiva ettiği maddelerin çokluğu ile madenlerden; gelişmesinde görülen hassasiyet cihetiyle bitkilerden; aklı ve tefekkürü ile hayvanlardan üstün bulunmaktadır.

Âhsen-i takvim sırrına mazhar olarak yaratılan insan, iman ile gayri müslimlerden; imanının kemal derecesine gelmesiyle avam tabakasından; kerametiyle kâmil mü'minlerden mümtaz bulunmaktadır. Bu imtiyazı, Kur'ân-ı Kerim'den örnekler göstererek vesikalandırmak istiyoruz: Hani melekler "Ey Meryem! Şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Senî tertemiz (büyüttü). Seni âlemlerin kadınları üzerine mümtaz kıldı" (1).

İTAATTA ÖLÇÜ

  • Nalan

Beşerî sahada yerini alan insanlar, ya emir verme veya itaat gösterme mevkîinde bulunmaktadırlar. Amir, meşruiyet çizgisini aşacak olursa zulme; memur, dine ve umûmî ahlâka aykırı isteklere boyun eğerse şahsiyetsizliğe düşer. Her iki sınıfı ifrat ve tefritten koruyacak şey, itaatle ilgili dinî ölçülere dikkat göstermektir.

İnsanın insana göstereceği itaat, mutlak mânâda olmayıp, "Allah'a isyan" teşkil etmiyecek işlerle kayıtlı bulunmaktadır. Bu hikmeti tesbit eden bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: "İtaat, ancak mâ'rufta (islâm dinine uygun hususta) olacaktır" (1). Zira "Allah'a isyan olar yerde kula itaat (mecburiyeti) yoktur" (2).

NİMETLERİN KADRİNİ BİLMEKTE ÖLÇÜ

  • Nalan

Allah Teâlâ'nın takdir ve taksim buyurduğu rızkın değerini bilmek, hem nimetin devamlı olmasına ve hem de rızâî ilâhî'yi kazanmamıza vesile olur. Nimeti hor görmek, onun elden çıkmasına ve çok zor bir hayat çilesi içine düşmeye sebep teşkil eder. Yüce Rezzâkımızın ihsân ettiği nimetleri hakir görmemek için dinimizin gösterdiği ölçülere uygun hareket etmek zorundayız. Bahsi geçen ölçüleri şöyle hulâsa edebiliriz:

a) Kendimizden yüksek olana bakmamak:
Bir kimse kendisinden daha varlıklı bir insanın konforlu hayatına bakacak olursa elindeki nimetleri küçümsemeye ve hor görmeye başlar. Böyle bir tavır içine girmek, yüce Rabbimizin rızasına ters düşer. Bu sebeple Resûlüllah (s.a.v.) bizleri uyarmakta ve "(Maddi varlıkta) sizden daha aşağıda olana bakınız, sizden üstün olana göz dikmeyiniz. Bu davranış, Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetlerini hor görmemenize daha lâyıktır" (1) buyurmaktadır.

HAYVANLARA ACIMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Yeryüzünün efendisi olarak yaratılan insan, kendisine hizmet eden canlıları acıyarak kullanmakla mükelleftir. Bu itibarla, binmekte ve çift sürmekte kullanacağı hayvanlara merhametle muamele edecektir. Engin bir merhametin sahibi bulunan Peygamberimiz "Dili söylemez hayvanlara karşı Allah'tan sakının" (1) buyurmaktadır. Bize hizmet veren canlılara karşı vazifelerimizi şöyle sıralayabiliriz:

a) Herhangi bir hayvanı bağlıyarak atış hedefi yapmamalıdır. Resûlullah (s.a.v.) böyle bir davranışı şiddetle yasaklamıştır (2).

b) Hayvanları birbiri aleyhine kızıştırıp "Yarış" veya "Dövüş" adı altında birbininin üzerine saldırtmamalıdır. Köpek boğuşturmak, koç tokuşturmak, boğa veya deve güreştirmek gibi işler, kâinatın yegâne efendisi bulunan Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından yasaklanmıştır (3).

MİLLİYETÇİLİKTE ÖLÇÜ

  • Nalan

Millet, şeriat ve din aynı mânâya gelen değişik lafızlar olmaktadır. "Ak" kelimesini duyduğumuz zaman hangi rengi anlıyor isek "beyaz" lafzından da aynı rengi anlamaktayız. Bu mevzûu biraz açalım. "Millet", din kelimesi gibi, Allah Teâlâ'nın kulları için meşrû kıldığı şeyin ismidir. Din ile millet arasındaki fark, (kullanma yönündendir ve) ancak peygambere muzâf olarak istimâl olunur. Cenâb-ı Hakk'a ve insanlardan bir ferde izafetle istimâl olunmaz, "millet'ullah" veya "milleti Zeyd' denilmez. Din kelimesi bu istikamette kullanılabilmekte, "dinullah" ve "Zeyd'in dini (İslâmdır)" denilebilmektedir (1).

VASİYYETLERDE ÖLÇÜ

  • Nalan

Vasiyyet, bir malı veya menfaati ölümden sonraya izafetle bir şahsa yahut beşeriyetin yararına hizmet veren bir hayır müessesesine bedelsiz olarak temlik etmektir.

Vasiyyet, kazandığımız servetten başkalarını faydalandırmak gayesi ile hayırlı işlere para harcanmasını veya insanlığa yararı olacak tesisler kurulmasını emredip, bunları tamamlamaya yetecek bir servel bırakmaktır.
Yapılacak vasiyyetin geçerli olabilmesi için iki şeye dikkat edilmesi gerekmektedir. Şöyle ki;

1- "Fakirlere, camilere veya su hayrına sarf edilmesi" şeklinde ve mutlak bir ifade ile vasiyyet yapılırsa, herhangi bir kimse tarafından kabul edilmeye hâcet kalmaksızın, sadece vasiyyet yapan kimsenin teklifi ile geçerli olur.

HASTA ZİYARETİNDE ÖLÇÜ

  • Nalan

Müslüman bir kimse için hasta ziyareti, İslâmî bir vazifedir. Bu mü-kellefiyeti yerine getirmemek, âhiret hayatında sorumlu olmaya sebep olur. Bu iddiamızı bir hadis-i kudsî ile vesikalandırmak isteriz: Aziz ve Celil olan Allah, kıyamet günü (bir kula hitaben) şöyle buyuracak: Ey Âdem oğlu! Ben hastalanmıştım da sen beni ziyaret etmedin. Kul: "Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbisin. Ben, seni nasıl ziyaret edebilirim?" der. Cenâb-ı Hak: "Bilmiyormusun, falan kulum hastalandı da sen onu ziyaret etmedin? Bilmiyor muydun ki, şayet sen onu ziyaret etseydin beni (m rızamı) onun yanında bulacaktın... (1).

VEFAT EDEN KİMSENİN MALINA TAALLUK EDEN HAKLARDA ÖLÇÜ

  • Nalan

İnsan, hayatta kaldığı müddetçe, mal edinme ve meşru bir şekilde servetinden faydalanma hakkına sahiptir. Bu maldan aile efradının nafakasına harcar, muhtaçlara yardımda bulunur, misafirlere ikram ve yoksullara itâm eder. Serveti artıp nisap seviyesine ulaştığı zaman zekât vermekle, kurban kesmekle mükellef olur.

Fâni hayattan ayrılacağını kesinleştiren bir hastalıkla yatağa düştüğü vakit, malında tasarruf hakkı üçte bire iner. Yapacağı vasiyyetler de bu mikdarla sınırlanmış olacaktır. Şayet bu ölçü dışına taşan tasarrufa kalkışacak olursa, varis namzedleri, -dilerlerse- hukukî mercilere müracaat ederek, ileride kendilerine intikal edecek malın korumaya alınmasını isteyebilirler.

ISKAT-I SALAT (DEVİR) YAPMAKTA ÖLÇÜ

  • Nalan

Fıkıh kitaplarında "ıskât-ı salât" ismiyle zikredilen muamele: Na-maz kılmakla mükellef bulunan bir müslümanın, imâ ile olsun kılmaya kudreti varken edâ etmediği namazları kaza da etmeden ömrü son bu-lursa, bunların ıskatı için vasiyyette bulunması lâzımdır (1).

Kazaya kalmış her gün için beş vakit farz namaz ile vitir namazının -ki altı namaz olmaktadır- affedilmesi ümidi ile yapılan tasadduk muamelesine "Iskât-ı salât" denilmektedir. Bu namazların uhrevî mesuliyetinden kurtulma ümidi ile vasiyyet edilmesi gerekir (2).

Bedenî bir ibadet olan namazda vekalet câiz olmaz. Fakat tasadduk edilebilir. Bir şahsın orucunu başka bir ferdin tutamıyacağı ve namazını da kılamıyacağı, bir hadis-i şerifte ifade edilirken onun adına sadaka verilebileceği tasrih ve tavsiye olunmaktadır (3).

CENAZENİN TEZKİYESİNDE DİKKAT EDİLECEK ÖLÇÜLER

  • Nalan

Vefat eden bir kimsenin cenazesinde toplanan cemâate, "Huzurunuzdaki bu mevtayı hayatında iken nasıl bilirdiniz?" diye sorulmasına ve bunu verilen cevaba "Tezkiye" adı verilmektedir. Bazı kimseler, tezkiyenin yapılmaması fikrini savunmakta ve mahzurlarını şöyle sıralamaktadırlar:

a) Kötü olan bir kimse hakkında "iyi biliriz" demek yalancılık olur.

b) Bir şahsı kötülükleri ile anmak gıybet olur Kendini müdafaadan aciz kalmış bir mevtayı hataları ile yâdetmek daha ağır bir suçtur.

c) İyi kimseye "kötü" vasfını sıvamak ise iftiradır.

d) İyi tarafları ile hataları da bulunan bir kimse hakkında "iyi biliriz" demek, itiraza müsait bir beyandır.

TAZİYET (BAŞSAĞLIĞI DİLEMEK) TE ÖLÇÜ

  • Nalan

Taziyet, vefat etmiş bir kimsenin hayattaki yakınlarına "Başınız sağ olsun" şeklinde dilekte ve sabır tavsiyesinde bulunmakdır. Bu, İslami bir vazife ve insânî bir davranıştır. Bunu yerine getirirken cenazenin yakınlarının ve onlara taziyette bulunacak kimselerin dikkat etmesi gereken bazı ölçüler bulunmaktadır. Bu medenî vazifeyi yerine getirirken İslâmî ölçüleri dikkate almak, Hakk'ın katında makbul ve hal-kın yanında mahbub olmamıza vesile olur. Bu ölçüleri şöyle sıralayabiliriz:

a) Vefat eden kimsenin yakını bulunan şahıs, üç günü geçmemek üzere evinde oturup başsağlığı dileğini arzetmeye gelenleri kabul edip onların samimi tavsiyelerine uyarak sabrı iltizam etmelidir. Bu vazife ancak bir defa yapılır ve bu zaman içerisinde ifâ edilir. Şayet cenazenin yakını bulunan şahıs taşrada ise, ancak o zaman üç günden sonra da başsağlığı dilenebilir. Başınız sağ olsun, dileği müstehap bulunmaktadır.

ŞEHİD OLABİLMEDE İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

Şehid, Allah yolunda ve ulvî bir gaye uğrunda canını feda eden bir müslümana denilmektedir. Bu fedakârlığı göstererek dinini ve vatanını koruyan bu insana şehid denilmesi, cennete gireceğine şahitlik edilmesinden dolayıdır.

İslâmî ölçüler dikkate alındığı zaman, bu yüce rütbeye erişmenin kolay olmadığını ve bazı hususlara dikkat gösterilmesi gerektiğini anlıyoruz. Bu iddiamızın belgesini teşkil eden bir hadis-i şerifte şöyle açıklanmaktadır:

Bir şahıs Peygamber (s.a.v.)' e gelip, "Ey Allah'ın Resûlü! Bir adam, ganimet (malı elde etmek) için; bir başkası, (adı) anılsın diye; diğer bir şahıs da (kahramanlık derecesi) görülsün düşüncesiyle harp ediyor. (Bunlardan) kim Allah yolunda (savaşmış) dır?" dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): "Kim Allah'ın (tevhid) kelimesi en üstün olsun diye dövüştü ise, işte o, Allah yolunda (savaşmış) tır" (1) buyurdu. Bu anlayışı hayatı boyunca gaye edinen ve akılların muallimi bulunan Peygamberimiz, savaşa başlıyacağında, "Yâ Allah! Yardımcım ancak sensin. Lütfunla hareket edeceğim, senin (yardımın) ile saldıracağım, senin (te'yidinle) dövüşeceğim" (2) derdi.

KABİR ZİYARETLERİNDE İSLAMİ ÖLÇÜLER

  • Nalan

Aramızdan ayrılıp ebedî hayata göç etmiş bulunan müslümanlann kabirlerini ziyaret, erkekler için menduptur. Ziyaret eden için, ibret ve hidayet; mevtâ için, rahmet ve mağfiret vesilesidir. Akılların muallimi vicdanların mürebbisi bulunan Peygamberimiz, "Kabirleri ziyaret ediniz. Bu, bâtıl (bir davranış) tır demeyiniz" (1) hadis-i şerifi ile kabir ziyaretinin meşruiyetini haber vermiş ve bu işin hikmet ve faydasını diğer bir hadis-i nebevilerinde şöyle açıklamıştır: "Kabirleri ziyaret ediniz.Çünkü o (ziyaret) ölümü hatırlatır" (2). Ölümü hatırlamak ihtirasları gemler ve insanın doğru yolda devamını temin eder.