7 Ekim 2006 tarihli konular

Zekat mı daha sevimli, fahişelere para yedirmek mi?

  • imdat sezer

Şeytanların zincirlere bağlandığı ramazanı şerif ayındayız. Bu ayda mağfiret ve tevbe kapıları sununa kadar açık. Ramazanı Şerif en güzel yanlarından biri de Allahın emirlerinden biri olan zekatı bu ayda vermenin adet haline gelmiş olmasıdır. Şimdi zekatlarmızı hesaplama ve hayır kurumlarına verme zamanı.

Ne hikmetse para insanı azdırıyor. Hatalara, günahlara ve şehavani duygularının peşine sürüklüyor. Heleki zekatı verilmeyen mal, mülk ve para tasması takılmamış azgın köpek gibidir. O heryere seni saldırtır. Hatalar üstüne hatalar yapmana sebeb olur. Seni yanlışlıklardan alıp yanlışlıklara sürükler.

Bugün kalbinde hiç Allah korkusu olmaksızın cebindeki paraları fahişelere yedirenler, cinsel arzuları için pavyonlardan gece kulüblerinden çıkmayanların içine düştükleri bu facianın temelinde, Allahın farz kıldığı zekatlarını vermeyişleri, kılmaları gereken namazları eda etmeyişlerinde saklıdır..

Dalâletten Sakınmak

  • Deniz

Allah kimi saptırırsa onu yola getirecek yoktur." (Sûre-i Ârâf 186).

İslâmî ölçülerden uzak duran insanların letâif kandilleri kararır ve görüşlerinde isabetsizlik olur. Böyle bir şahsın aklı hakikatı tespitte acze düşer ve batılı doğru gibi görmeye başlar. İnsanın dalâlete saplanmasına ve doğru yoldan ayrılmasına sebep olan amilleri, arzettiği tehlike noktasından ele alıp açıklamak istiyorum.

a) Allah'a Şirk Koşmak ve Ortak Tanımak:
Mutlak varlığın ve birliğin sahibi bulunan Cenabı Hak, zatı ilâhisine eş tanıyan ve ortak kabul eden kimseye gadap eder ve onu rahmetinden uzaklaş­tırır. Böylesine bir dalâlet bataklığına yuvarlanan şahıs, bocaladıkça sapıklığın derinliklerine batmış olur. Şirk, tıpkı zehir gibidir. Onun azı da çoğu da in­sanı helake sevkeder. Şirkin sebep olduğu dalalete karşı kullarını uyaran Cenab-ı Hak şöyle buyurmak­tadır:

İbadetleri Terketmekten Sakınmak

  • Deniz

"Ben cinleri de, insanları da (başka bir hikmetle değil) ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" (Sûre-i Zariyat 56).

İbadet, insanın yaratılmasına gaye teşkil etmiştir. Halkı irşat için gönderilmiş bulunan peygamberlerin onlara ilk tebliği iman olmuştur. Kalpleri bu nur ile aydınlanmış bulunan insanlara yaptıkları ikinci tel­kin de Allah Teâlâ'ya ibadet etmeleri olmuştur. Bu iddiamızı âyet-i kerimelere dayalı olarak sizlere açıklamak istiyorum.

a) Andolsun, Nuh'u kavmine peygamber gönder­dik de: "Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka hiçbir Tanrınız yoktur. Ben büyük gü­nün üstünüze (gelecek) azabından cidden korku­yorum. Kavminden ileri gelenler de şöyle dedi: "Biz seni hiç şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde görü­yoruz" (Bunun üzerine Nuh) dedi ki: "Ey kavmim, bende hiçbir sapıklık yoktur. Fakat ben kainatın Rabbinden (gönderilmiş) bir peygamberim. SizeRabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum, sizin iyi­liğinizi istiyorum. Ben sizin bilmeyeceklerinizi de Al­lah'tan (gelen vahy ile) biliyorum" (Sûre-i Ârâf 59-62).

Tadil-i erkânı Terketmekten Sakınmak

  • Deniz

Dosdoğru namaz kılın, zekât verin, rükû' eden (mü'min)lerle birlikte rükû' edin." (Sure-i Bakara 43).

Dindar Gençler!
Tadil-i erkâna, lügat itibariyle "tomaninet" adı ve­rilmektedir. Fıkıh ilminde, "mafsalların rüku ve sec­dede, kendi mahallerinde SÜBHANALLAH diyecek kadar müstakar (kararlaşmış) olması ve sükun üzere bulunmasıdır" şeklinde tarif olunmaktadır.

Tadil-i erkânın fıkhi hükmüne gelince, rükû' ve secdedeki tadil-i erkânın vacip olduğunda Hanefi mezhebinin âlimleri ittifak etmişlerdir. Kavme (rü-ku'dan kalkınca bir tesbih miktarı ayakta durma) ve celsedeki (birinci secdeden kalkınca bir tesbih mik­tarı oturmadaki) tadil-i erkanın vacip olduğu görüşü, fıkıh bilginlerinin ekserisinin tercihi bulunmaktadır.

MAKBUL OLAN SABIRDA ÖLÇÜ

  • Nalan

Sabır, ilâhî imtihanların elem ve ızdırabından şikayette bulunmayı terk etmektir (1).

. Sabrın fayda ve faziletiyle ilgili pek çok âyet-i kerime ve hadisi şerif bulunmaktadır. Bizim maksadımız, mevzû'un bu yönünü açıklamak değil, makbul olan sabrın ölçülerinin tesbiti ile "katlanma" işinin "tahammül" den tefrikini göstermeye çalışmaktır.

Esaretin acısına, cehaletin zararına, tembelliğin zilletine göğüs germek, sabır değil "katlanmak" tır. Çünkü sabrın sonunda selamet, izzet ve zafer vardır. Belirtilen hususlara katlanmada sefalet, zillet ve zarar mevcuttur. Bu cihetleri başlangıçta anlamak, bazı kimseler için düşünmeyi gerektirdiğinden dolayı, kolay değil ise de zararlı sonuçlarını anlamak zor değildir.

SEVGİDE VE BUĞZDA ÖLÇÜ

  • Nalan

Sevgi, kendisinde fayda umduğu şeye insan tabiatının meyl etmesidir. Sevginin kaynağı ya "Nefs" veya "Ruh" tur. Nefsânî sevgiler arttıkça cünûn'a, ruhânî muhabbetler çoğaldıkça fünûn'a sebep olur. Ruhun meyli aşk derecesine ulaşırsa utanmayı ve ahlâkî kemâli artırır. Nefsâni sevgi çoğaldıkça utanmayı aşındırır. "Ben ar namus şişesini taşa çaldım kime ne!" diyen kimsenin ölçüsüzlüğü, nefse dayalı sevgi-nin aşırılığından kaynaklanmaktadır.

Muhabbet hususunda aranacak ölçü, sevgiyi dinî çerçevenin dışına taşımamaktır. Bir kimsenin aşırı bir nefsânî sevgiye kapılması, aklı çalışmaz, gözü görmez, kulağı işitmez hale getirir. Ölçüsüz sevginin bu gibi zararları olduğundan dolayı kâinatın yegâne efendisi bulunan Peygamberimiz, "Hevâ (ve heveslere kapılmak) dan sakının.

BEŞERÎ MÜNASEBETLERDE ÖLÇÜ

  • Nalan

İnsanlar arasındaki münasebetleri en sağlam esaslara bağlayan İslâm, din kardeşlerimizin menfaat ve saadetlerini şahsi çıkarlarımıza tercih etmeyi ve "Evvela canan sonra can" ölçüsü ile hareket etmeyi teşvik etmiş bulunmaktadır. Bu yüksek fedakârlık, kemâle ermiş bir iman ve eğitimle alâkalıdır. Bu sebeple ferâgat anlayışı her insanda aynı seviyede değildir. Bu vakıayı dikkate alan yüce Peygamberimiz, "Nefsin için sevdiğini insanlar için de sev" (1) buyurmuştur.

İnsanlara karşı faydalı olup onlardan faydalanmayı düşünmemek, halkın hayrına çalışmayı şiâr edinen kimseler için bir prensip olmuştur. Bu yüce haslete gönül vermiş bir şairimiz, idealleştirdiği ferağat ölçüsünü şu beyti ile ifade etmiştir:

ARKADAŞLIK MÜNASEBETLERİNDE ÖLÇÜ

  • Nalan

İnsanlar; bazı kimseleri arkadaş edinmek ve onlarla samimiyet kurup hayatî meseleleri kendileri ile müzakere etmek, keder ve sevincini onlarla paylaşmak ister. Bu istek, tabiî olduğu kadar fıtrî bir arzudur. Tesis edilen arkadaşlığın sarsıntıya uğramadan devam edebilmesi,islâmî ölçülere uygun olarak kurulmasına bağlıdır. Bahsi geçen ölçüleri şöyle sıralayabiliriz:

a) Arkadaş olarak seçtiğimiz kimse, sağlam bir imana sahip olmalıdır. İnancı olmayan veya itikadı zayıf bulunan şahıslar, kişinin imanını sarsıntıya uğratıp yanlış yollara sevk ederler. Bu noktada bir şairimiz şöyle uyarıda bulunmaktadır.

TOPLUM HAYATINDA MUAŞERET ÖLÇÜLERİ

  • Nalan

Bir topluluk arasında bulunan kimse, hareketlerini kontrol etmek ve cemiyet ahlâkına saygı göstermek zorundadır. Kimsenin bulunmadığı bir yerde dilediği gibi hareket eden insan, cemiyet içine girdiği zaman kendini bazı kayıtlara tâbi tutmalı ve insânî ölçülere uygun hareket et-melidir. Kişi, dilediği her şeyi yapmaya kalkışacak olursa, mahlûkatın şerefce en üstünü bulunan insan, edebten mahrum bir yığın haline gelir,

İnsanlardan saygı bekleyen bir kimse, halka saygılı davranmak zorundadır. Lâübâlice hareket eden, sevgiden mahrum kalır. "Hür insan, dilediğini yapabilmelidir" iddiası ile hareket eden fert, sonunda nefs düşmanına tutsak olur. Dinine bağlı ve insanlara saygılı kimselerin riayet edeceği muaşeret usullerini şöyle ifade edebiliriz:

TOPLANTI MAHALLERİNDE DİKKAT EDECEĞİMİZ İSLÂMÎ VE İNSANÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

İnançları, edebleri ve düşünceleri ile kâinattaki varlıkların en seçkini ve şereflisi bulunan insan, kendi mefkûresine ve mizacına uygun insanlarla konuşmak ve fikir alışverişinde bulunmak ihtiyacını duyar. Bu arzu ve ihtiyaç, halkı bir araya toplayan meclislerin teşekkülüne zemin hazırlar.

Değişik ihtisas sahiplerinin toplanıp fikir teatisinde bulunduğu ilmî mahâfile veya sıradan bir toplantı mahalline gitmek isteyen kimseler, dinimizin koyduğu ölçülere uygun hareket etmek zorundadırlar. Toplantının maksat ve mahiyetine, zaman ve mekan şartlarına ters düşmeyecek davranışlardan ayrılmamamız için, içtimâî nezaket ölçülerinden bir kısmını, ıttılâınıza arz edelim:

BÜYÜKLERE SAYGIDA ÖLÇÜ

  • Nalan

İslâm dini, cemiyetin huzurunu tesis edecek, büyük-küçük münasebetlerini en sağlam esaslara bağlamış bulunmaktadır. Bunlar, karşılıklı hak ve vazife anlayışı içinde yürütülecektir. Biz, hayatî tecrübesi geniş bulunan büyüklerimize saygı gösterecek olursak onların hayır duasını kazanmış, görgü ve bilgilerinden faydalanmış oluruz. İslâm dininin getirdiği mükellefiyetlere karşı lâkayıt davranır isek, onlarla ara-mızdaki saygı ve sevgi sarsılır, vazifeler ihmale uğrar ve netice itibariyle kimi hodbin kimi de bedbin olur.

Doğru yolu gösterecek ehliyette bulunan yaşlılar, lâyık oldukları hürmeti görecek olurlarsa, tecrübesi kıt ve görgüsü sınırlı gençlere fikren yardımcı olurlar. Genç nesiller, yaşlıların engin tecrübelerinden faydalanabildikleri nisbette zengin bir hayat tecrübesine sahip olurlar. Gençlerle yaşlıların arasında kurulacak samimi yakınlaşma ile huzur içinde hayat sürme fırsatı doğar. Böyle bir cemiyette ne evladından şi-kayet eden anne ve baba, ne de gençlerden dert yanan bir yaşlı kalır. Bu iki tabakanın paylaşmaya memur oldukları saygı ve sevgi, Pey-gamber (s.a.v.)'in "Küçüğümüzü esirgemeyen, büyüğümüze saygı göstermeyen bizden değildir" (1) hadisinde ifadesini bulmaktadır.

İSTİZÂNDA İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

Bir şahsın evine veya odasına gireceğimiz zaman, İslâmî edebe uyarak izin almak zorundayız. Ancak hane halkı tarafından müsade edilirse içeri girebiliriz. Aksi halde geri dönmek mecburiyetindeyiz. Bu muaşeret kaidesine "İstizân" adı verilmektedir. Bir âyeti kerimede bu hususla ilgili mükellefiyetimiz şöyle açıklanmaktadır: "Ey iman edenler! Kendi (ev ve) odalarınızdan başka (evlere ve) odalara, sahipleriyle alışkanlık peyda etmeden ve selam da vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Olur ki iyice düşünür (hikmetini idrak eder) siniz" (1).

Başka bir kimsenin mülküne izin almadan girmek, gasp kabilinden bir tecavüz olacağından, hem beşerî hukuk yönünden yasak hem de dinî esaslar müvacehesinde haramdır. Böyle bir sorumluluk altına girmek istemeyen müslüman, şu ölçülere dikkat ve riayet ederek izin istemelidir:

SOKAKTA ÖLÇÜ

  • Nalan

İnsan ömrünün mühim bir kısmı, zaruri sabeplerle, sokakta geçmektedir. Kişi kendi evinde veya iş yerinde alıştığı hareket serbestliğini, sokağa çıktığından itibaren, sınırlamak zorundadır. Zira yollar, halkın tamamının faydalanacağı yerlerdendir. İnsanların hareket ve hürriyetlerini engellemiş olmamak için, sokakta bulunduğumuz sırada ölçülü ve düşünceli davranmamız gerekmektedir. Bu mükellefiyetleri şöyle sıralayabiliriz:

Gözü harama kapamak, karşılaştığımız müslümanlara selam vermek ve verilen selamı almak, halka eza verecek şeyleri kaldırmak, iyiligi tavsiye edip kötülüğü engellemek (1). "(Geçmiş ümmetlerden) bir kimse, bir yere giderken, yol üzerinde bir diken dalı buldu ve onu alıp geri tarafa bıraktı. Allah Teâlâ onun bu hareketini (hayır olarak) kabul buyurdu ve günahlarını yarlığadı (2).

SELAMLAŞMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

İslâmî ölçülere uygun selam alıp verme, ilmî bir dirayet istemektedir. Keyfine göre hareket etmek, sünnete uygun olmayan selamlaşma şekli türetmek olur. Bid'ata alışmaktan ve gayrimüslimlerin âdetine bulaşmaktan korunabilmek, sağlam bilgiler ile mücehhez olmayı gerektirmektedir. Selam veren, güzel bir yol takip edecek; selamı alan, daha güzel bir mukabelede bulunacaktır. Bu hususu kaziyye-i muhkeme haline getiren bir âyet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: "(İslâmî) bir selamla selamlandığnız vakit, siz ondan daha güzeli ile selam alın veya
aynıyla karşılayın" (1).