7 Temmuz 2006 tarihli konular

Tuzlu Kahve

  • YineBiGulnihal

Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika bir şeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki.. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı,ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı..



"Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı..



"Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."



Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı..



Kahveye tuz!..



Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi..



Delikanlı anlattı:

Bir Hiç Uğruna

  • YineBiGulnihal

İkinci dünya savaşı yıllarında, Alman'lara karşı mücadele eden bir Fransız birliğinde çarpışan iki arkadaştan biri ağır yaralanmıştı. Geri çekilen Fransız birliği, yaralı askeri çatışma alanında bırakmıştı. Yaralı askerin arkadaşı, çatışma alanına dönüp arkadaşını getirmek istiyordu.


“Arkadaşın herhalde ölmüştür” dedi komutan. “Onun cesedini getireyim derken kendi hayatını tehlikeye atmanın gereği yok.”


Fakat, askerin bitmek bilmeyen ricaları karşısında, komutan yumuşadı. Bir müddet sonra çatışma alanından geri dönen askerin sırtında, yaralı bir beden değil, bir ceset vardı.


“Görüyorsun” dedi komutan, “bir hiç uğruna hayatını tehlikeye attın.”


“Hayır” diye cevap verdi asker. “Onun benden istediği şeyi yaptım ve ödülümü aldım. Onu kaldırıp kollarımın arasına aldığımda, henüz ölmemişti.

Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Eğer

  • YineBiGulnihal

Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer; hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim.



Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.



Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim.. Ömür boyu “garantilidir” denilen hiçbir şeyi satın almazdım.

Karıncanın Taşıdığı Su

  • YineBiGulnihal

Nemrud İbrahim peygamber’in ateşte yakılması emrini verdikten sonra meydan yere odunlardan büyük bir yığın yapılmış. Odunları tutuşturmuşlar sonra. Alevler o kadar yükselmiş ki bulutların tutuşacağını sanmış çocuklar. Korkmuş kaçmış bütün hayvanlar. İbrahim peygamber’i mancınıkla ateşin tam orta yerine atacaklarmış askerler. Atacaklarmış ki Nemrud’un ne güçlü bir kral olduğunu anlasın, görsün; bir daha ona karşı gelmesin İbrahim peygamber.



Bu sırada bir karınca ağzında küçücük bir damla su ile koşa koşa gidiyormuş. Hem de boyu göklere varan cehennemi ateşe doğru. Başka bir karınca onun bu telaşını görüp sormuş hemen yanına yanaşıp: “Bu acelen niye? Nereye böyle?”



Ağzında bir damla su taşıyan karınca o bir damlayı ellerinin arasına alıp, “Duymadın mı” demiş. “Nemrud, İbrahim peygamber’i ateşte yakacakmış. İşte ateşin olduğu yere su götürüyorum.”

Sakın emeğini bilmeyenlere sunma

  • YineBiGulnihal

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış. Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş. Ve onu "Renklerin Ustası" anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da; kısaca Ranga Guru derlermiş.



Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru'ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş. Ranga Guru ise; “Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek” diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş.

Yarına Ertelemeyin

  • YineBiGulnihal

Eniştem, kız kardeşimin odasındaki alt çekmeceyi açtı ve çok süslü bir paket çıkardı. “Bu,”dedi “bir iç çamaşırı değil, çok şık bir giysi. ”


Paketi açtı ve içinden harika, ipek, el yapımı bir iç çamaşırı çıktı. Ucunda onun astronomik fiyatını gösteren fiyat etiketi duruyordu.


“Jan bunu New York’a gittiğinde ;en az 8-9 yıl önce almıştı. Bunu asla giymedi. Çok özel bir günde giyeceğini söylerdi. Sanırım işte şimdi o gün geldi. ”


O çamaşırı aldı ve yatağın üzerindeki diğer giysilerin yanına koydu. Bu giysiler, cenazeyi törene hazırlayacak olan görevliye götüreceğimiz giysilerdi. Sonra eniştem tekrar o ipek çamaşıra dokundu ve hırsla çekmeceyi kapattı.


“Asla, hiçbir şeyini özel günler için saklama. Yaşadığın her gün özel bir gündür, unutma!” dedi.

Güzel Görebilmek

  • YineBiGulnihal

Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu. Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı.



"Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu iki salıncak boş, dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, elele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine.



Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya."

Belli Olsun

  • YineBiGulnihal

İbrahim Peygamber 'i yakmak için müthiş bir ateş yığını hazırlayıp içine atmışlar.



O sırada gökte, ağzında küçücük bir kuru dal olan minik bir kuş belirmiş ve peygamberin üzerinden geçerken kuru dalı ateşe bırakmış.



İbrahim Peygamber kuşa seslenmiş: "O minicik çöpü atmışsın, bu koskocaman ateş için ne fark eder ki?"



Kuş, "Olsun, düşman olduğumuz belli olsun" demiş.



Az sonra minicik gagasına bir damla su ile bir başka kuş belirmiş ve o da suyu ateşin üzerine bırakmış.



İbrahim Peygamber ona da sormuş: "Bir damlacık suyu bıraktın ama bu kocaman ateş için ne fark eder ki?"



Kuş cevap vermiş: "Olsun, dost olduğumuz belli olsun."


alıntı

Doğru Çalışmak

  • YineBiGulnihal

İki arkadaş, bir ormanda ağaç kesiyorlardı. Birincisi sabahları erkenden kalkıyor, ağaçları kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez, hemen ötekini kesmeye başlıyordu. Dinlenmek bir yana, öğle yemeği için bile kendine zaman ayırmıyordu. Akşamları ise, arkadaşı eve döndükten sonra da çalışmasını sürdürüyor, ondan birkaç saat sonra evine dönüyordu. İkinci adam, ağaç keserken zaman zaman dinleniyordu. Akşam hava kararmaya başladığında ise, daha fazla çalışmaya gerek duymuyor, gecenin karanlığı bastırmadan evine dönüyordu. İkisi de çalışmalarını bir hafta bu biçimde sürdürdükten sonra, ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başladılar. Sonuç, ikinci adam için değil ama, birinci adam için çok şaşırtıcı çıktı. Çünkü arkadaşı, kendisinden daha çok ağaç kesmişti.

Kabağın Bir Sahibi Var

  • YineBiGulnihal

"Vaktiyle Kalenderîyye yoluna mensup bir derviş, nefsle mücahede makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam Kalenderîlik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir... Saç, sakal, bıyık, kaş… ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.



- Vur usturayı berber efendi, der.



Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:



- Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.

Dostun Kim?

  • YineBiGulnihal

Dostluk, bu yapılması gereğine inanılan telefon görüşmeleri sırasında diğer insanların dedikodusunu yaparak karşılıklı birşeyler paylaşıldığını zannetmek değildir...

Dostluk, dost bildiğin kişinin en ince detaylarını bilme ihtiyacı ve gereği değildir...

Dostluk, dost bildiğin kişinin senin en küçük detaylarını bilmesi gerektiği değildir...

Dostluk, her hafta üç-beş kere görüşmek değildir...

Bir ay, bir sene, beş sene seni aramayan, senin de aramadığın bir insanı birdenbire arayıp; dertleşmek, hatır sormak istersen ve o insan da seni geri çevirmez, sanki daha dün konuşmuşsun gibi kaldığınız yerden konuşmaya devam ederse ve daha da önemlisi bu bir ay, bir sene, beş sene ayrılığa rağmen bu insanın başı gerçekten sıkıştığında yardımına koşacak ilk insanlardan biriysen ve aynı şekilde onun da öyle olduğunu biliyorsan EMİN OL Kİ.....

O kişi senin dostundur... Sen de O'nun...

KULLUK BİLİNCİ

  • SEYYAH

Selamun aleykum ve rahmetullah ve berakatühü.

Değerli bir kardeşimizin sorusunun cevabını beraberce paylaşalım istedik.

Kolayı cevabı olmakla beraber zor bir soru: KULLUK NEDİR? Zorluğu cevabında değil, mesuliyetindedir. Sorulan sorulara verilecek cevap için iş söze geldi mi, bilgi ve kabiliyet oranında cevap aranır, bir nebze de olsa bulunur. Ama iş, fiiliyata geldi mi, bulunan o cevaplar kişiye oldukça pahası ağır fakat neticesi mükemmel mesuliyet yüklemektedir. Bu yüzden dikkatli adım atmak zorundayız.

Kısa ve öz itibarıyla kulluk; Allah'ı şeksiz şüphesiz bir tanımak, O'na asla ve kat'a şirk koşmamak ve Hz Peygamberin sav, O'nun peygamberi olduğunu tasdik etmek ve emri ilahide muhatap kaldığımız bütün emir ve nehiylere yorumsuz, gönülden, severek iman ve itaat etmektir. Bu cevap mânâ itibarıyladır.

Böyle Bir Dostunuz Oldu mu Hiç?

  • YineBiGulnihal

Böyle bir dostunuz oldu mu hiç?

Daima düşünceli idi.

Susması, konuşmasından uzun sürerdi; lüzumsuz yere konuşmaz, konuştuğunda ne fazla ne de eksik söz kullanırdı.

Dünya işleri için kızmazdı.

Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.

Gülmesi, gülümsemekti. Gülümserken de, ağzındaki dişleri dolu taneleri gibi görünür ama birbirinden ayrılmazdı.

Mahzundu.

Onu birden bire görenler manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, kendisini yakından tanıyınca da ona derin bir sevgi ile bağlanırlardı. Onun meziyetlerini anlatmak isteyen: “Ben ne ondan önce, ne de sonra onun bir benzerini gördüm” demekten kendini alamazdı.

Kimse ile çekişmez, bağırıp çağırmazdı.

Affediciliği tabiî idi. İntikam almazdı, düşmanlarını sadece affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi.

Gül Yaprağı

  • YineBiGulnihal

Uzaklarda bir dergah vardı,burada bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Birgün dergahın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.

Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerideki kişi, kapıda duran yabancıya baktı.

Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, dergaha girmek ve burada kalmak istiyordu.Talip, bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.

Hayatın Gizemi Ve Mutluluğun Kaynağı

  • YineBiGulnihal

Hayata ve olaylara hep kendi penceremizden bakıyoruz. Hayatın seri akışına kendimizi öyle kaptırmışız ki, önümüzde, arkamızda cereyan eden olayların bazen hiç farkına varmıyoruz.

Çoğumuz için doğrunun adresi tek...

Hayat koşturmacasının peşinde geçen günlerimizi kimimiz sadece para kazanmak, zengin olmak, çocuklarımıza rahat edecekleri bir gelecek bırakmak için çalışmak olarak değerlendirirken; kimimiz de nasıl olsa bu dünya boş ve geçici felsefi düsturunu kendimize rehber edinmeyi tercih edenler grubuna dahil olmuşuz. Oysa ki hayatın elde edilmemiş ve keşfedilmeyi bekleyen milyarlarca güzelliği olduğunu, bize düşenin etrafımıza sadece bakmak değil, baktığımızı görmek düsturuyla hareket etmek gerektiğini pek çoğumuz bilmiyoruz.