2006 yılı Aralik ayı konuları

Korku'nun Dereceleri, Kuvvet ve Zayıflıkta Farklılık

  • katip

Sabır iki türlüdür. Onlardan biri, bedenîdir. Bedenen meşakkatlere göğüs gerip tahammül etmek gibi... O da ibâdetler veya başka şeylerden meydana gelen zor amelleri yapmak gibi ya fiille olur veya korkunç yaralara, ağır hastalığa ve şiddetli darbeye sabretmek, göğüs germekle olur. Bu da eğer şeriata uygunsa bazen güzel olur. Fakat tam güzel olan sabır, öbür çeşididir. O da hevâ-i nefsin isteklerine ve tabiatın iştahlarına nefsin sabretmesidir.

Bu çeşit sabır, eğer midenin ve tenasül uzvunun şehvetine sabretmekse, buna iffet adı verilir. Eğer nahoş bir hâdiseye tahammül etmekten gelen bir sabır ise, halk nezdinde hâdiseye göre değişik isimler alır. Eğer bir musibette ise sadece sabır ismiyle iktifa edilir. Buna zıd ceza ve hele diye adlandırılan bir durum vardır. Bu zıd durum, hevâ-i nefsin isteğini sesi yükseltmek, yanaklara vurmak, yakayı yırtmak ve benzeri hareketlere nefsi bırakmaktır.

Teganni Etmek ve Şiir Okumak

  • nesim

Biz Sema kitabında teganninin helâl ve haram kısımlarını belirtmiştik. Bu bakımdan ikinci bir defa tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Şiir'e gelince, o bir konuşmadır. Güzeli güzel, çirkini çirkindir. Ancak kendini sadece şiire vermek kötüdür. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Yemin ederim ki birinizin içi irin ile dolarsa, bu durum içinin şiirle dolmasından daha hayırlıdır.109

Mesruk'a şiir hakkında soruldu. Mesruk bu suali çirkin gördü. Kendisine 'Neden bunu çirkin gördün?' denildiği zaman şu cevabı verdi: 'Ben, amel defterimde şiir bulunmasını istemiyorum'.

Şaka Yapmak

  • nesim

Mizahın esası kötüdür. İstisna edilen az bir miktarı hariç yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Kardeşine karşı mirâ'ya. (cedele) girişme! Onunla şaka yapma!116

Soru: Mirâ (cedel), arkadaşın yalanlaması veya cahillikle itham edilmesi olduğu için mirâda arkadaşa eziyet vermek vardır. Fakat şakalaşmaya gelince, o (bilindiği gibi) lâtife yapmak, sevindirmek ve kalbi hoşnut etmektir. Öyleyse neden yasaklanmıştır?

Cevap: Yasaklanan, ancak şakada ifrata kaçmak veya daimî bir şekilde şakalaşmaktır. Daimî bir şekilde şakalaşmanın yasaklanmasına gelince, böyle yapmak, oyunla meşgul olmak ve fuzulî

Alay ve İstihza

  • nesim

Alay etmek, eziyet verici olursa haramdır. Nitekim Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler! Bir kavim diğer bir kavimle alay etmesin. Belki (alay edilenler, alay edenlerden daha) hayırlıdırlar. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki (alay edilen kadınlar, alay eden kadınlardan daha) hayırlıdırlar. (Hucûrat/11)

Ayetteki 'Sühriye'nin mânâsı, hakir görmek, güldürecek bir şekilde ayıp ve eksik yönüne dikkati çekmek demektir. Bu tür alay, bazen karşıdaki adamın fiil ve sözünü hikâye etmekle olur, bazen de işaret ve îma ile... Bu alay, eğer alay edilenin huzurunda ise, adı 'gıybet' değildir, fakat gıybet mânâsını taşır.

Sırrı İfşa Etmek

  • nesim

Sırrı açıklamak eziyet, tanıdık ve dostların hakkına karşı gösterilen gevşeklik olduğu için dinen yasaklanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kişi konuşurken dönüp etrafına bakarsa, onun bu konuşması, konuşmasının dinleyene emânet olduğuna delâlet eder (ifşa etmesi haramdır).140

Hz. Peygamber, başka bir hadîs-i şerifinde bunu kayıtsız şartsız olarak şöyle ifade etmiştir: 'Aranızdaki konuşma emânettir'.141

Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Arkadaşının sırrını söylemen hainliktir7. Rivayet ediliyor ki Muaviye, kardeşi Utbe'nin oğlu Velid'e bir sırrını söyledi Velid, babasına dedi ki:

Yalan Va'dde Bulunmak

  • nesim

Muhakkak ki çok kere dil, va'detmeye meyleder. Sonra nefis, çoğu zaman o va'di yerine getirmek istemez. Böylece va'd, yapmamaya dönüşür. Bu ise münafıklığın alâmetlerindendir! Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! (verdiğiniz) sözleri yerine getiriniz. (Mâide/l)

Hz. Peygamber'de 'Va'd vergidir'142 (verilmiş mal gibidir, geri alınamaz) buyurmuştur.

Va'd, borç gibidir veya daha üstündür.143

Hadîsdeki ve'y kelimesi va'd mânâsmdadır. Allah Teâlâ peygamberi İsmail'i överek şöyle buyurmuştur:
Muhakkak İsmail va'dinde sadıktı.(Meryem/54)

Havf - Korku

  • katip

Din teşvikçisi, hevâ-i nefsin teşvikçisine nisbeten üç duruma sahiptir:

Bir
Bu, hevâ-i nefse çağıran gücü artık münazaa ve münakaşa edecek gücü kalmayacak derecede mağlup etmektir. Buna ancak sabrın devamıyla varılabilir. Bunun için 'Sabreden zafere ermiştir' denir.

Bu rütbeye ulaşan çok azdır. Şübhe yoktur ki bunlar, mukarreb olan sıddîkların ta kendileridir. O sıddîklar ki 'Rabbimiz Allah'tır' demişler, sonra dosdoğru hareket etmişlerdir. İşte bunlar dosdoğru yola yapışmışlar, kuvvetli yol üzerinde dimdik durmuşlar, nefisleri din teşvikçisinin isteği üzerine itminana kavuşmuştur. Onlar 'Ey itminana kavuşan nefis! rabbinden (nimetinden) razı ve rabbin de senden razı olduğu halde rabbine dön!' davetiyle çağırılmışlardır.

Korku'nun Hakikati

  • katip

Dünyada kulun rastladığı hiçbir şey, iki hâlin dışında değildir. Onlardan biri, kulun hevasına uygun olanıdır. Diğeri kulun tabiatına uymayan, tiksindiği şeydir. Kul bunların ikisinde de sabra muhtaçtır. Kul, bütün durumlarında bu iki çeşidin birinden veya her ikisinden de uzak değildir. Bu bakımdan kul, hiçbir zaman sabırdan müstağni değildir.

Birinci Çeşit
Kulun hevasına uygun olanıdır. Bu da sıhhatli ve selâmetli olmak, malın, mertebenin ve aşiretin çokluğu, sebeplerin genişliği, yardımcıların çokluğu ve dünyanın bütün lezzetleridir. Bu şeylerde kulun sabra şiddetli ihtiyacı vardır; zira kul, eğer nefsini bunlara dalmaktan, bunlara meyletmekten engelleyemezse, bu durum kulu, saldırganlık ve tuğyana doğru götürür. 'Çünkü insan kendisini müstağni gördüğü zaman tuğyan eder'. Hatta ariflerden biri şöyle demiştir: "Bela karşısında mü'min, afiyetler karşısında ise ancak sıddîk bir kimse sabredebilir'

Korkulan Şeye Nisbetle Korkunun Kısımları

  • katip

Hastalığı veren devayı vermiş ve şifayı da va'detmiştir. Bu bakımdan sabır, her ne kadar zor ise de onun elde edilmesi, ilim ve amelden meydana gelen macun ile mümkündür. Bu bakımdan kalplerin hastalıkları için yapılan ilaçların karışımı ilim ve ameldir.

Fakat her hastalık başka bir ilim ve başka bir amele muhtaçtır. Nasıl ki sabrın kısımları değişik ise, sabra mâni olan illetlerin de kısımları değişiktir. İlletler değişik oldukları zaman ilâç da değişik olur; zira ilâcın mânâsı, illetin zıddı ve sökülmesidir. Bunu teker teker saymak, oldukça uzun sürer. Fakat biz yolu, bir kısım misallerle tanımış oluruz.

Yalan Söylemek ve Yalan Yere Yemin Etmek

  • nesim

Bu, günahların en çirkinlerinden, ayıpların en fâhişlerindendir.

Hadîsler

İsmail b. Vâsıt şöyle anlatıyor: Ebubekir Sıddîk Hz. Peygamber'in ölümünden sonra hutbe okurken şöyle dedi: Bir sene önce Hz. Peygamber şimdi bulunduğum yerde durdu -sonra Ebubekir ağladı- ve şöyle dedi:

Yalandan sakınınız. Çünkü yalan, fısk ve fücurla beraberdir. Bunların ikisi de cehennemdedir.151

Muhakkak ki yalan, ateşin kapılarından bir kapıdır.152

Hasan Basrî şöyle demiştir: Daha önce şöyle deniliyordu: 'Gizli ile açığın, söz ile fiilin, çıkış ile girişin değişik olması münâfıklıktandır. Üzerinde münâfıklık binâsının yükselmiş olduğu temel yalancılıktır'. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Yalana İzin Verilen Yerler

  • nesim

Yalan, bizzat kendisi için değil, muhatabın veya başkasının zararına yol açtığı için haramdır. Çünkü yalanın en az derecesi, haber verenin, verdiği haberin aksine inanmasıdır. Bu bakımdan kişi bu hususta câhildir. Fakat bazen bu câhillik başkasının zararına yol açar! Bazen de bir şeyi bilmemekte ya bilmeyenin veya başkasının maslahat ve yararı vardır. Bu bakımdan yalan, onu bilmemek faydalı olduğu için bazen ruhsatlı, bazen de farz olur.

Nitekim Meymun b. Mihran 'Yalan, bazı yerlerde doğrudan daha hayırlıdır. Acaba bir kişi kılıçla başka bir insanı öldürmek için k-valıyorsa, o kovalanan insan bir eve girse, kovalayan adam sana gelip 'Sen filan adamı gördün mü?' dese ne dersin? 'Hayır, görmedim' demez misin? İşte bu, farz olan bir yalandır' dedi. O halde deriz ki: 'Konuşma, maksat ve hedeflere götüren vesiledir. Bu bakımdan hem doğruluk, hem de yalanla güzel maksada varılabiliyorsa, orada yalan söylemek haramdır. Eğer o güzel maksad mübahsa ve doğrulukla değil, ancak yalanla varılabiliyorsa, burada yalan söylemek mübahtır. Eğer elde edilmesi istenen maksat farz ise, ona varılmak için yalan söylemek de farz olur. Nitekim müslümanın kanını korumak farz olduğu gibi, onu korumak için yalan söylemek de farzdır. Bu bakımdan ne zaman doğruyu konuşmakta, bir zâlimin zulmünden gizlenen bir müslümanın kanının akıtılması sözkonusu ise, burada yalan söylemek farz olur. Ne zaman savaşın maksadı veya barışın tamamlanması veya mazlumun razı edilip anlaşmaya yanaştırılması, yalan söylemeden olmuyorsa, bu takdirde yalan söylemek mübahtır. Ancak şu vardır ki mümkün olduğu kadar yalana ruhsat verildiği yerlerde bile yalandan kaçınmak uygundur. Çünkü kişi yalan kapısını bir defa açarsa o açılan kapının onu yok yere ve zaruret hududunu aşan kısma sürüklemesinden korkulur. Bu bakımdan yalan esasında haramdır. Ancak zaruret için mübah olur. Bu istisnaya, yani zaruret için mübah oluşuna Ümmü Gülsüm'den rivayet edilen şu hadîs-i şerîf delâlet eder. Ümmü Gülsüm şöyle diyor:

Târiz Yoluyla Yalandan Sakınmak

  • nesim

Târiz200 Yoluyla Yalandan Sakınmak
Selef-i sâlihînden nakledilmiştir ki târizlerle insan yalandan korunabilir. Nitekim Hz, Ömer (r.a) şöyle demiştir: 'Târizlerde kişiyi yalandan koruyacak birtakım özellikler vardır?'

Bu durum, İbn Abbas ve diğer ashâb-ı kirâmdan da rivayet edilmiştir. Onlar ancak insan yalana mecbur kaldığı zaman, böyle yapabileceğini kasdetmişlerdir. Yalana ihtiyaç ve zaruret olmadığı zamana gelince, ne açıkça ve ne de târiz yoluyla yalan söylemek caiz değildir. Ancak yine de târiz yoluyla yalan söylemek daha ha-fiftir. Târizin misali şu hâdisedir:

Gıybet

  • nesim

Gıybet konusu oldukça uzundur. Bu bakımdan biz önce gıybetin aleyhinde vârid olan kötülemeleri ve gıybet hakkında vârid olan şer'î delilleri beyan edelim.
Allah Teâlâ Kur'an da gıybetin kötülenmesini nass ile yapmış ve gıybet yapanı ölünün etini yiyen bir kimseye benzeterek şöyle buyurmuştur:

Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz (değil mi)!(Hucurât/12) Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

Müslümanın her şeyi diğer müslümana haramdır: Kanı, malı ve namusu(nu pâyimâl etmek)...208

Gıybet'in Anlamı ve Tarifi

  • nesim

Gıybet duyduğu zaman insanın hoşuna gitmeyen, gıyabında yapılan konuşmadır. Söylemiş olduğun şey, ister bedeninde, ister nesebinde, ister ahlâkında, ister fiilinde, ister zihninde, ister bün-yesinde olsun hiçbir fark yoktur. Hatta elbisesinde, evinde ve bineğinde bile hoşuna gitmeyen bir eksikliği belirtsen yine gıybet olur.
Bedene gelince, gözündeki zayıflığı, şaşılığı, başındaki kelliği, boyunun kısa veya uzunluğunu, renginin siyahlığı ve sarılığını belirtmek gibidir. Nasıl olursa olsun, kişinin kendisiyle vasıflanabileceği düşünülen ve söylenildiği takdirde hoşuna gitmeyen her söz gıybete dahildir.

Gıybet Sadece Dille Yapılmaz

  • nesim

Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiğin için haram olmuştur. Bu bakımdan ta'rizen kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, îma, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belirten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde bunların tümü gıybet ve haramdır,

Âişe vâlidemizin şu sözü îma ve işaret kısmındandır: Bizim evimize bir kadın geldi. Kadın gittikten sonra elimle kadının kısa boylu oluşuna işaret ettim. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bana şöyle dedi: