2006 yılı Aralik ayı konuları

Nemime'nin Tarifi ve Reddedilmesi Gereken Kısmı

  • nesim

Nemime ismi, en çok başkasının sözünü, aleyhinde konuşulan kişiye haber veren kimse için kullanılır. Nitekim 'Filân adam senin hakkında şöyle dedi' dersin. Oysa nemime'nin tarifi şudur: Açıklanması hoş görülmeyen şeyi açıklamak. Bu açıklama ister söyleyenin hoşuna gitmesin, ister hakkında söylenenin hoşuna gitmesin, isterse üçüncü bir şahsın hoşuna gitmesin farketmez. Bu açıklama ister sözle, ister yazıyla, isterse işaret veya îma ile olsun, nakledilen ister amellerden, ister sözlerden, ister kendisinde olan bir eksiklik veya bir ayıp olsun veya olmasın. (Bütün bunlar nemime'nin tarifine dahildirler).

İki Hasımın Arasına Girip, İki Yüzlülükle Herkesin Arzusuna Göre Konuşmak

  • nesim

Düşmanlık güdenleri gören bir kimse, bu felâketten az zaman kurtulabilir. Bu ise münafıklığın ta kendisidir. Nitekim Ammar b. Yasir267 Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

Kimin dünyada iki yüzü varsa, kıyamet gününde o kimse için ateşten iki dil olur.268

Ebu Hüreyre (r.a), Hz. Peygamber'in şöyle dediğini rivayet eder:
Kıyamet gününde Allah'ın kullarından şerli olarak iki yüzlü bir kimse göreceksiniz ki şu gruba öbür grubun konuşmasını, öbür gruba da bunların konuşmasını getirip götürür!269

Başka bir lâfızda 'Bu gruba bir yüzle, öbür gruba başka bir yüzle gelir' şeklinde vârid olmuştur.

Övmek

  • nesim

Bazı yerlerde medh yasaklanmıştır. Zemm (kötüleme) ise gıybet ve başkasının aleyhinde bulunmaktır. Biz onun hükmünü daha önce belirtmiştik. Övmede altı âfet vardır. Dördü övende, ikisi övülendedir.

Öven Taraftaki Âfetler

Birincisi: Bazen ifrata kaçar ve ifrat onu yalana sürükler! Nitekim Hâlid b. Mikdad şöyle demiştir:275 'Kim bir sultanı veya herhangi bir kimseyi, kendisinde bulunmayan sıfatlarla şahidler huzurunda medhederse, Allah Teâlâ kıyamet gününde bu kimseyi dehşetten sarkmış diline basıp düştüğü halde haşreder!'

İkincisi: Bazen medhediciye riya galip gelir. Çünkü meddah, medihle sevgi gösterisinde bulunur. Oysa kalbinde sevgi yoktur ve söylediklerine inanmamaktadır. Bu bakımdan söyledikleriyle hem riyakâr, hem münafık olur.

Övülene Düşen Vazifeler

  • nesim

Övülen bir kimseye, kibir ve ucûbun âfetinden şiddetle sakınmak, övgüden dolayı ibadetlerde gevşeklik göstermekten şiddetle kaçınmak düşer. Övülen, ancak kendi nefsini tanıdığı takdirde bu vazifeyi yerine getirebilir. Sonucun tehlikesini düşündüğünde, riyanın inceliklerini, amellerin âfetlerini bildiğinde gerekeni yapabilir. Çünkü övülen zat, nefsi hakkında övenin bilmediklerini bilir. Eğer övene, övülenin bütün sırları belirseydi, onun kalbinden geçenler görünseydi, öven onu övmekten çekinecekti. Övülen bir kimseye, öveni tahkir etmek sûretiyle övgüden hoşlanmadığını belirtmek vazifesi düşer. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:287)

Konuşma Esnasındaki Hataların İnceliklerinden Gaflet Etmek

  • nesim

Allah ve onun sıfatlarıyla, dinî emirlerle ilgili olan hususlarda, lâfızları doğrultmaya, ancak fasih ve beliğ âlimler muktedir olurlar. O halde ilim ve fesahatta kusurlu olan bir kimsenin ke-lâmı hatalardan uzak değildir! Fakat Allah Teâlâ, onun cehaletinden dolayı kendisini affeder. Huzeyfe b. Yeman Hz. Peygamber'in (s.a) şöyle buyurduğunu rivayet eder:
Sakın sizden bir kimse şöyle demesin: 'Allah'ın dilediği ve senin dilediğin,..' Fakat şöyle desin: 'Allah'ın dilediği, sonra senin dilediğin..'289

Bunun yasaklanma hikmeti şudur: Mutlak bir şekilde atıf yapmakta, ortaklık ve eşitlik vardır. Bu ise nıbûhiyyet makamına gösterilmesi gereken hürmete zıt düşer.

Âvam Tabakasının Allah'ın Sıfatlarından, Kelâmından ve Harflerden Sormaları

  • nesim

Halk bunların kadîm mi, hâdis mi (sonradan varolmuş) olduğunu sorar. Oysa halk tabakasının vazifesi, Kur'an'da olan ibadet ve taatlarla meşgul olmaktır. Ancak bu ibadet ve taatlarla meşgul olmak nefislere ağır gelir. Fuzulî hareketler ise, kalbe hafif geldiğinden avâm tabakasından olan bir kimse ilme dalmaktan hoşlanır; zira şeytan kendisine 'sen âlimlerden ve fazilet ehlindensin' hayalini verir ve bu hayali kalbinde yerleştirmek için var kuvvetiyle çalışır. Onu kaydırıp küfrünü gerektiren bir sözü ağzından çıkarıncaya kadar yakasını bırakmaz. Oysa kendisi küfrünü gerektiren bir söz söylediğinden habersizdir. Halk tabakasından birinin büyük bir günah işlemesi, o kimsenin ilim hakkında konuşmasından daha selâmetli ve tehlikesizdir. Hele Allah'ın zat ve sıfatlarıyla ilgili konularda konuşması daha da tehlikelidir. Halk tabakası ibadetlerle meşgul olup, Kur'an'da vârid olan hakikatlere tedkik etmeksizin iman etmek ve Hz. Peygamber'in getirdiğine teslim olmak durumundadır. Avâm tabakasının ibadetlerle ilgili olan hususların dışındaki meselelerden sormaları edebe aykırıdır. Bununla Allah'ın azabına müstehak olurlar ve böyle konulara girmekle küfür tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.

Su-i Hâtime'nin (Kötü Sonucun) Anlamı

  • katip

Şükrün yapılması, küfrün terki, ancak Allah'ın sevdiğini, sevmediğinden ayırdetmekle tamam olur; zira şükrün mânâsı; Allah'ın nimetlerini, Allah'ın sevdiği yerde kullanmaktır. Küfrün mânâsı ise, bunun zıddıdır. Bu da ya nimeti kullanmayı tamamen terk etmekle veya Allah'ın sevmediği yerde kullanmakla olur! . Allah'ın sevdiğini sevmediğinden ayırmak iki şeyle olur.

Onlardan biri, kulaktır. Kulağın istinad ettiği ayet ve haberlerdir.

İkincisi, kalbin gözüdür. O da ibret gözüyle bakmak demektir. Bu sonuncusu zordur ve bunun için de pek nâdirdir. Bu nedenle Allah Teâlâ peygamberleri göndermiş, halk için yolu kolaylaştırmıştır. Bunun marifeti, kulların fiilerindeki şer'î hükümlerin tamamını bilmeye bina edilir. Öyle ise kim bütün fiillerinde şeriatın ahkamına muttali olmazsa, hakkıyla şükretmesine imkân yoktur.

Fakr ve Zühd

  • katip

Biz burada nimetin hakikatini kısımlarını, derece ve sınıflarını, hususî ve umumî olan derleyici yerlerini zikredeceğiz. Çünkü Allah Teâlâ kullarına olan nimetlerinin hepsini saymak, beşerin gücü dahilinde değildir.

Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız,(Nahl/18)

Bu bakımdan biz, nimetlerin marifetinde kanunların yerine geçen küllî emirleri zikredip sonra fer'î hususların zikriyle meşgul olalım. Doğruya muvaffak kılan Allah'tır.

Peygamberlerin ve Meleklerin Korku ile ilgili Halleri

  • katip

Her hayır, lezzet ve saadet, her matlup ve müessir, nimet diye adlandırılır. Fakat hakikatte nimet, uhrevî saadettir. Onun dışındakilere nimet ve saadet demek, ya yanlıştır veya mecazdır. Ahirete yardım etmeyen dünyevî saadete nimet ismi vermek gibi...

Zira dünyevî saadete nimet demek, katıksız bir hatadır. Bazen nimet ismini birşeye vermek doğru olur. Fakat onu ahiret saadetine ıtlak etmek daha doğrudur. Bu bakımdan insanı ahiret saadetine götüren ve ona bir veya birkaç vasıta ile yardım eden her sebebe nimet ismini vermek doğrudur. Çünkü bu sebep, hakîki nimete götürür. Yardımcı sebepler ve nimet diye adlandırılan lezzetleri kısım kısım açıklayacağız.

Ashabın, Tabiinin ve Ümmetin Selef-i Sulehası'nın Korku ile İlgili Halleri

  • katip

Biz nimetleri onaltı çeşitte topladık. Beden sıhhatini son mertebeye ait bir nimet saydık. Bu biricik nimetin tamamlanmasında rol oynayan sebepleri saymaya kalkışsak bunu saymaya bile gücümüz yetmez. Fakat yemek sıhhatin sebeplerinden biridir. Bu bakımdan biz yemek nimetinin tamamlanmasında rol oynayan sebeplerden biraz bahsedelim.

Yemeğin fiil olduğu açıktır. Bu çeşitten olan her fiil harekettir. Her hareket için, hareketin aleti olan bir hareket ettirici cisim lâzımdır. O aletin de hareket etmesi için kudret lâzımdır. Kastolunanın bilinmesi ve idrâk olunması lâzımdır. Yemek için yiyecek olması lâzımdır. Yenilen yiyecek için bir asıl lâzımdır. O asıl için onu ıslah edici bir sanatkâr lâzımdır. Bu bakımdan biz önce idrâkin sebeplerini, sonra iradelerin sebeplerini, sonra kudretin sebeplerini, daha sonra yenilen yiyeceğin sebeplerini kısaca zikredelim:

Giriş

  • katip

Allah Teâlâ bitkileri yarattı. Bitki, yarlık bakımından taş, toprak, demir, bakır ve diğer madenlerden daha mükemmeldir; zira bitkide bir kuvvet yaratılmıştır. O kuvvetle bitki, kökü vasıtasıyla gıda alır. O kuvvetin içinde birtakım aletler vardır. Onlar gıdayı çekerler. O aletler bitkinin her yaprağında görülen incecik damarlardır. Sonra onlar kalınlaşır, dal budak salar. Durmadan incelir. Yaprağın bütün parçalarına yayılan kılcal damarlar haline gelir. Hatta görünmeyecek kadar incelir. Ancak bitki bu kemâlle beraber eksiktir; zira bitkiye kökü vasıtasıyla gelen gıda kesildiği zaman solar, kurur. Artık başka bir yerden gıda almak imkânından mahrum olur; zira gıda almak ancak matlûbu bilmekle olur. Ona intikal etmekle meydana gelir. Bitki ise, bundan acizdir. Bu bakımdan Allah'ın senin için hissedici ve gıdanın talebinde harekete geçirci aletler yaratması, sana verdiği nimetlerdendir.

Sabrın Fazileti

  • katip

Eğer uzaktaki gıdayı, idrâk etmen için sadece göz yaratılmış olsaydı, tabiatında gıdaya karşı bir meyil, bir şevk ve harekete geçirici bir şehvet yaratılmasaydı, göz muattal olurdu, zira nice hasta vardır ki yemeği görür, yemekte onun için eşyanın en faydalısı olduğu halde iştahı çekmediğinden dolayı yemeği almaz. Böylece göz ve idrâk bu kimse hakkında muattal olur. Bu bakımdan sen, sana uygun gelene meyleder ve şehvet diye adlandırılan bir şey ile sana uygun gelmeyenden nefret eden ve kerahet diye adlandırılan diğer bir şeye muhtaçsın. Şehvet ile tabiatına uygunu aramak, kerahet ile de tabiatına aykırı olandan kaçmak için bunlar yaratılmıştır.

Giriş

  • nesim

Affına ve rahmetine ancak ümit sahiplerinin güvendiği Allah'a hamdolsun. O Allah ki O'nun öfkesinin ve savletinin neticesinden ancak muttakîler sakınırlar. O Allah ki, kullarını haberleri olmaksızın sevk ve idare edip, şehvetleri onlara musallat kılmıştır. İştahlarının çektiğini terketmeyi kendilerine emretmiştir. Onları öfkeye müptelâ kılmıştır.
Öfkelendikleri konularda öfkelerini yutmakla kendilerini zorunlu kılmıştır. Sonra onları şehvet ve lezzetlerle çepeçevre sarmış ve iradelerini yaptıklarını görmek için- ellerine vermiştir. Bu şekilde iddia ettikleri konuda doğruluklarını bilmek için sevgilerini denemiş ve kendilerine açık ve gizli yaptıkları hiçbir şeyin kendisine gizli olmadığını bildirmiştir. Habersizken, ansızın kendilerini yaka-paça, pençe-i kahrıyla yakalayacağını bildirerek şöyle buyurmuştur:

Öfke'nin Zemmi

  • nesim

Ayetler

O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliye öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve mü'minlere huzur ve güvenini indirdi.(Fetih/26)

Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, kâfirleri haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve mü'minleri de Allah tarafından kendilerine gönderilen vâkar ve sekinetten dolayı medhetmektedir.

Hadîsler

Ebu Hüreyre (r.a) rivayet ediyor ki, bir zatın Hz. Peygamber'e 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!' demesi üzerine Hz. Peygamber (s.a) 'Öfkelenme!' buyurmuştur. Kişi aynı suali, başka bir zaman daha sordu. Hz. Peygamber (s.a) yine 'Öfkelenme!' cevabını verdi.1

Öfkenin Hakikati

  • nesim

Allah Teâlâ, canlıları birtakım iç ve dış sebeplerle ölüme maruz kalacak şekilde yarattığı zaman, kendisini koruyucu imkânları da kendisine bahşetti. O imkânlar vasıtasıyla kitabında muayyen ecel diye tabir ettiği zamana kadar kendisinden ölümü uzaklaştırır.

Dahilî sebebe gelince, o sebep şudur: Allah Teâlâ canlıları hararet ve rutubetten mürekkeb olarak yaratmış, aynı zamanda hararet ve rutubet arasında zıddiyet kılmış, hararet durmadan rutu-beti kurutur, buhar haline getirir. Eğer alınan gıdadan rutubete yardım yetişip hararet vasıtasıyla buharlaşan cüz'lerin yeri yenileriyle doldurulmazsa, hayat sahibi muhakkak ölür. Bu bakımdan Allah, canlının bedenine uygun gıda ve canlıda o gıdayı almaya iteleyici şehveti yarattı, Bu yaratılan şehvet tıpkı kırılanı düzeltici,yok olanın yerini doldurucu bir vekil gibidir. Allah bu şehveti, onun vasıtasıyla insanı helâktan korusun diye yaratmıştır.