2006 yılı Ekim ayı konuları

TESETTÜRDE ÖLÇÜ

  • Nalan

Namazda veya diğer zamanlarda tesettürün ehemmiyeti, izaha hacet bırakmayacak derecede açıktır. Meselenin ehemmiyet arz eden yönü, bu mükellefiyetin İslâmî ölçülere uygun biçimde yerine getirilmesidir. Tesettür, erkekte ve kadında olmak üzere başlıca iki kısma ayrılmaktadır. Biz, kadının yabancı erkeklere karşı tesettürünün nasıl yapılması gerektiğini ele almak istiyoruz. Müslüman bir kadın, avret sayılan uzuvlarını kapatmakta şu ölçülere dikkat etmelidir:

a) Elbise veya başörtüsü kalın dokunuşlu olmalıdır.
Vücudun mahrem yerlerini örtmekte kullanılan kumaş, altını göstermeyecek kalınlıkta olmalıdır. Tül ve benzeri ince dokunuşlu bezlerden elbise yapılmamalı ve bunlar başörtüsü olarak kullanılmamalıdır. Bunlara sarınıp bürünen bir kadının çıplaktan pek farkı yoktur.

KADININ EVDEN ÇIKARKEN RİAYET EDECEĞİ ÖLÇÜLER

  • Nalan

Kadınların evde oturmaları asıldır. Dışarı çıkmaları; ana baba ve akraba ziyareti, vaaz dinlemeye gitme zarureti ve ihtiyaçlarını temin gibi dinen meşru sayılan mazeretlerden biri sebebiyle verilmiş istisnaî bir müsade olmaktadır. Bu esasa ilaveten şu hususlara dikkat etmesi de zaruridir:

a) Kocasından (veya aile reisinden) izin almak:
Müslüman bir kadın; akraba, dost ve komşulardan birinin evine gideceği zaman, kocasının iznini almalı; onun müsaade etmediği bir yere gitmemelidir. Zira "Hangi kadın, kocasından izinsiz olarak evden çıkarsa, hanesine dönesiye kadar veya kocası kendisinden razı olasıya dek Allah Teâlâ'nın gadabı içinde kalmış olur"(1).

Fetvacı sitede müstehcen konulara ilginç yanıtlar

  • imdat sezer

zehirliok.com sitesi; cinsel konuları 'kendince' yorumluyor chat yapmayı ise zina olarak tanımlıyor.

Cinsel konuları hadislerden faydalanarak açıkladığını iddia eden internet sitesi www.zehirliok.com cinsellikte haramlar ve helaller, gerdek gecesi adapları, mastürbasyon, zina, kızlık zarı gibi konularda yaptığı yorumlarla okuyanları şaşkınlığa uğratıyor. Sitede internet ve televizyonun zararlarına vurgu yapılırken, sanal seks ve chat'in de "zina ile eşdeğer" olduğu ileri sürülüyor. İşte internet sitesinden bazı ilginç örnekler:

'GERDEKTE HAFİFÇE ÖRTÜNÜN'

DELİNİN VELİYE TAVSİYESİ

  • imdat sezer

Bayezid-i Bestamî hazretleri. Büyük velilerden. Bir gün tımarhanenin önünden geçiyor. Tımarhane hizmetçisinin tokmakla birşeyler dövdüğünü görüyor:

-Ne yapıyorsun?

Hizmetçi:

-Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.

-Benim hastalığıma da bir ilâç tavsiye eder misin?

-Hastalığını söyle.

-Benim hastalığım günah hastalığı... Çok günah işliyorum..

-Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum..

Parmaklığının arasından konuşulanları duyan bir deli,(!) Bayezid-i Bestamî hazretlerine:

Şirk ve İnkârdan Sakınmak

  • Deniz

"Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü, şüphesiz ki kâfirlerdir. Artık onlar iman etmezler." (Sûre-i Enfâl 55).
Kalbi iman nuru ile aydınlanmış bulunan gençler!

Şirk, Allah'a ortak tanımak ve ondan başka ma­bud varmış gibi bâtıl bir inanca saplanmaktır. İnkâr, âyet ve hadislerle sabit mukaddesleri ve iman esas­larını, ameli vazifelerle ilgili sarih hükümlerin tama­mını veya bir kısmını kabul etmeyip reddetmektir.

Tek olan, eşi ve benzeri bulunmayan Cenabı Hakk'a eş ve ortak tanımak, Allah Teâlâ'nın zât ve sıfatları ile alâkalı "vahdaniyet" ilkesini hiçe saymak olur. Yüce Rabbimiz "ihlâs" sûresinde zât-ı ilâhisini "ehad" (tek) olarak tavsif etmiştir. Bu inancı redde­den kişi, Kur'ânı tekzip ve Allah Teala'yı yalanlamış olacağından, bâtıl bir yola sapmış ve inkâr batak­lığına saplanmış olur.

Münafıklıktan sakınmak

  • Deniz

Münafıkları müjdele (haber ver) ki onlara pek acıklı bir azap vardır" (Sure-i Nisa 138).

Münafık, kalbinde küfür gizlediği halde, diliyle iman ettiğini söyleyen iki yüzlü kimsedir. Bu iddia­mızın, belgesini teşkil eden bir ayeti celilede şöyle buyrulmaktadır:

"İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, kendileri iman etmiş olmadıkları halde, "Allah'a ve ahiret gü­nüne inandık" derler. Halbuki onlar inanıcı insanlar değildirler" (Sure-i Bakara 8).

Münafıklar, daima yön değiştiren ve yalan söyle­mekten medet uman bir karaktere sahiptir. Bu sahte tavırlarının açığa çıkmasına sebep olacak bir ayetin inivermesinden dâima çekinmişlerse de tînetlerinin icabını yapmaktan da uzak durmamışlardır. Bu hu­susu tespit eden bir ayeti kerimeyi birlikte inceleye­lim Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine açıkça haber verecekbir sürenin tepelerine indirilmesin­den daima endişe ederler. De ki: "Siz maskaralık ya­padurun, Allah gocunageldiğiniz şeyi (zaten) mey­dana çıkarandır" (Sure-i Tevbe 64).

Riyadan Sakınmak

  • Deniz

Riyâ, yaptığı ibadeti ve işlediği hayrı halkın gözü­ne girmek ve işlediklerini onlara gösteriş için yap­maktır. Dünyevi bir menfaat elde etmek için veya bir makama ulaşma düşüncesi ile ibadet eden bir kim­seye "mürâi" adı verilmektedir. İnançta iki yüzlülük yapmaya "nifak", amelde iki yüzlülük yapmaya "ri­ya" denilmektedir.

İslâm'ı en iyi anlayan ve anlatan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), riyayı "küçük şirk" diye isimlendirmiştir. Bu hususun dayanağını teşkil eden bir hadis-i şerif meali ile mevzuu daha iyi anlaşılır hale getirmek is­tiyorum.

Bit'atlardan Sakınmak

  • Deniz

Peygamber size ne (getirip) verdi ise onu tutun, size ne yasak etti ise ondan sakının"
(Sûre-i Haşr 7).

Allah'ın kitabında ve Resulünün sünnetlerinde bulunmayan, sonradan uydurulup dine sokulan şeylere BİD'AT adı verilmektedir.
Bid'at, Resûlullah Efendimizin asrında bulunma­yıp sonradan uydurulan; inanç, iş ve söz itibariyle sünnete aykırı olan şeydir.

Bid'at, sünnete ve meşru bir hikmete aykırı oldu­ğu için, dinimizce yasaklanmış bulunmaktadır. Bid'-atları ayak altına alıp ihmal edilen sünnetleri ihya eden insanlar, Allah ve Resulünün makbulüdür. İmam Rabbânî Müceddid-i elf-i sani (ks.) şu ikazı yapmaktadır: "Saadet ehli, terkedilmiş bulunan bir sünneti ihya eden ve işlenmekte olan bir bid'ati imha eden kimsedir. Bid'ata işlerlik kazandıran şa­hıs, dinin harap olmasına sebep olur" (Mektûbât c. 2, s. 34).

AKRABALIK MÜNASEBETLERİNDE ÖLÇÜ

  • Nalan

İçinde yaşadığımız cemiyette fertlerin birbirlerine karşı birçok vazifeleri vardır. Bunların başında, soy itibarıyla birbirinin yakını olan kimselerin karşılıklı alâka ve münasebetleri gelmektedir. Bu vazifelerin zamanında ve tam olarak yapılması, akrabalık münasebetlerinin ahenkli bir şekilde yürümesine yardımcı olur. Bu sebeple bir âyet-i kerimede "Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hak(lar)ını ver. (Malını) israf ile saçıp savurma" (1) buyrulmaktadır.

Kişinin soyca yakınları bulunan kimseler, benliğinin bir parçasıdır. Damarlarında dolaşan kanda, vücudundaki et ve kemiklerde onlarla bir benzerlik ve ortak taraflar vardır. "Bir adamın amcası babasının bir çatalı (aynı köke bağlı bir parçası)dır" (2). "Teyze(si) ana mevkiindedir" (3). Bu ifadeler içinde mânâ ve mahiyeti ifade edilen akrabalık münasebetleri, tahminlerin üzerinde bir ehemmiyet taşımaktadır. Bu hizmetlerin yerine getirilmesi, bir yönü ile, kendimize hizmet etmek gibidir. Zira onlar bizim bir cüz'ümüz sayılmaktadır.

YARDIMLAŞMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

El, ağıza; göz ve kulak, ele ve ayağa; ayak da diğer uzuvlara yardımcı olur. İnsanlar, birbirini tamamlayan bu uzuvlar gibidir. Müslümanların yardımlaşması, var oluş hikmetlerinden bulunmaktadır. İnanmış bir kimse, bu gibi yardımlarla insan olmanın hazzını tatmış ve kâmil mânâda müslüman olduğunu hareketiyle isbat etmiş olur.

Hiçbir şahsa yardım etmemek, insanî vazifelerden habersiz kimselerin davranışı; işin iyisini ve kötüsünü ayırt etmeden her faaliyete yardımcı olmak, ifratta yanılmaktır. Dinî ölçülere uygun olan işlerde yardımlaşmayı, bu çizgiden sapmış olanlara şer ve günahta ortak olmamayı ihtar eden bir âyet-i kerimede "İyilik etmek, fenaiıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah, cezası çok çetin olandır" (1) buyurulmaktadır.

ORUCUN MAKBUL OLMASINDA ÖLÇÜ

  • Nalan

Bedenî ibadetlerden biri olan oruç, Allah'ın rızasını kazanmak ve emrini ifâ etmek için, tan yerinin ağarmasından güneşin battığı zamana kadar yemekten, içmekten ve cinsî mukaarenetten kendimizi tutmaktır. Makbul bir oruç tutabilmek için, tarifteki unsurların hepsini toplamış olmamız şarttır.

Belirtilen zaman içerisinde yemekten, içmekten ve nefsanî arzulardan kendimizi tutmakla üzerimizdeki borç ödenmiş olursa da, Allah katında makbul olacak bir oruç tutulmuş sayılamaz. Çünkü oruç tutmadaki aslî maksat, sadece aç durmak değildir.

MALLARDA ZEKAT MÜKELLEFİYETİNİN BAŞLAMASINDA ÖLÇÜ

  • Nalan

Zekâta tabi mallarda farziyyetin başlaması, bazı şartların oluşmasına bağlıdır. O şartlar tahakkuk etmedikçe zekat mükellefiyeti olmaz. Sırası ile arz edelim:

a) Nemâ:
Üreme, artma ve çoğalma gibi mânâlarda kullanılan nemâ, hakiki veya hükmî olabilir. Hakiki nemâ, alış verişte kâr yoluyla; hayvanlarda yavrulama ve ürünler ile hâsıl olur. Takdirî nemâ, altın ve gümüşte -hükmen- bulunan nemâdır. Zira bunlar, mübadele vasıtasıdırlar. Mal ile değiştirilecek ve alınan mal satışa arz edilecek olursa, kâr getirmesi galip ihtimaldir. Bu ciheti dikkate alan İslâm bilginleri, "Sahibinin veya onun naibinin elinde bulunan altında ve gümüşte hükmî bir nemâ vardır" demişlerdir. Altın ve gümüşe mâlik bulunan kimseler, dilerlerse, bunları nemâlandırmaya muktedir olabilirler.

b) Nisap:
Zekât verecek kimse, havâyici asliyesinden ve borcundan başka, nisap miktarı veya daha fazla bir mala sahip bulunmalıdır. Nisap ölçüsünde malı olmayan bir müslüman, zekât vermekle mükellef olmaz.
Altının nisabı, yirmi miskal; gümüşün nisabı, ikiyüz dirhem; davarın (koyun ve keçinin) nisabı, kırk baş hayvan; sığırın nisabı, otuz; devenin nisabı ise beştir.

DAVETE İCABETTE ÖLÇÜ

  • Nalan

Cemiyeti teşkil eden medenî insanlar, daima birbirinin desteğine muhtaç bulunmaktadırlar. Bu sebeple kederli günlerinde teselli, sevinçli zamanlarında tebrik edilmesini bekler. Bu cümleden olarak düğün, sünnet vesaire gibi derneklerine çağırdığı akraba, dost ve komşularının katılmalarını arzu eder. Çağırdığı kimselerin cemiyetine katılmaması halinde incinip gönül kor. Bu hususu dinî ölçülere göre tanzim, insanlar arasında iyi geçimin doğmasına ve yaşamasına hizmet eder.

Davete katılmak esastır. Dinî hükümlerle bağdaşmıyan bir halin bulunması sebebiyle, bir cemiyete gidememek istisnâyı teşkil etmektedir. Gidilecek yerde Allah ve Resûlünün yasakladığı bir şey işlenmiyorsa o davete katılmak vâciptir. İslâma aykırı bir hal varsa o toplantıya katılmamak vazife haline gelir.

MÜSAFİRLERE VERİLECEK ZİYAFETTE İSLÂMÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

İctimâî vazifelerimizden biri de müsafire ikramdır. Arap dilinin incelikleri ve dinî eserlerin açıklamaları tetkik süzgeçinden geçirilecek olursa, başka bir şehirden gelen ziyaretçiye "dayf"; aynı köyün veya şehrin halkından ise, gelen kimseye, "ziyaretçi" adı verilmektedir. "Yatılı müsafir" denilince akla "dayf" gelmelidir. Taşradan gelen müsafire yapılan ikrama ziyafet denilmesi, her iki kelimenin arasındaki alâka ve münasebeti göstermektedir.

Mazinin iftihar edilecek müsafirperverliği, günümüzde devam eden konukseverlikten daha farklı ve renkli idi. Şahıslar tarafından yaptırılıp hizmete açılan odalarda müsafirin yemesi, içmesi ve her türlü istirahati ev sahibince temin edilir; bineği varsa onun ihtiyaçları da karşılanırdı. Yapılan ikramda Allah Teâlâ'nın rızası arandığı için, bu konuklara "Tanrı misafiri" adı verilirdi. Bu inanç ve şuur ile hareket eden hane sahibi, müsafirinin memnun kalması için, her fedakârlığa katlanır ve bu uğurdaki yorgunlukları severek ve sevinerek benimserdi. O günde yapılan müsafirperverlik kaybolmuş değilse de oldukça budanmış ve şekil değişikliğine uğramış bulunmaktadır.

MEŞRUBAT İKRAMINDA ÖLÇÜ

  • Nalan

Su içmede bir takım edebler bulunduğu gibi, meşrubattan bir şey dağıtacak kimsenin de dikkat edeceği bir takım ölçüler vardır. Resûlüllah (s.a.v.)'in sünneti bulunan bu ölçülerin ihmali ve günlük hayatımıza tatbik edilmeyişi, sünnetlerin unutulmasına ve onların yerini bid'atlerin işgal etmesine sebep olur.

Su ikram edecek kimse, en son kendisi içmelidir (1). İnsanî mürüvvet bunu gerektirir. Aksi olan bir davranış İslâmî muaşeret kaidelerine aykırı düşer. Ayrı ayrı bardaklarda bulunan su, çay ve benzeri içecekleri dağıtacak kimse, kapıdan içeri girdiği zaman sağında bulunan birinci şahıstan başlayıp sola doğru ikramda bulunmalıdır. Kâinatın biricik efendisinin beyanlarına uygun olan ölçü budur.