2006 yılı Ekim ayı konuları

ŞİİRDE ÖLÇÜ

  • Nalan

"Vezinli ve kafiyeli söz" diye tarif edilen şiir, edebiyat ölçülerine uygun olmalı, bediî zevkleri ve yüce mefkureleri dile getirmelidir. Manzum bir söze "Şiir" denilebilmesi için sadece vezin ve kafiyeyi yeterli görmemeli; edep ve haya duygularını çiğnememiş, basit arzuları dile getirmemiş olmasına da dikkat etmelidir. Zira edebsiz edebiyat türese de üreyemez. "Çerbü şi'rini yiyip aşık eder hamd-ü senâ/Hisse yok mu o söğüşten bize bir pâre meded" diye midesi adına dilenen ve "Rakı şişesi içinde balık olsam" mısrası ile ayyaşlığını teşhir eden kimselerin nazımları, süflî hevesleri dile getirdiği için, özlenen bir şiir örneği seviyesine ulaşamamıştır.

Kur'ân Okumayı ihmalden Sakınmak

  • Deniz

"Haydi Kur'an-ı okuduğun (okumak iste­diğin) zaman derhal o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın" (Sure-i Nahl 98).

İnsanların sapıklıktan kurtulup iman ve hidayete erişmesine vesile olan Kur'ân-ı Kerim, Allah kita­bıdır ve yeryüzündeki insanların tamamının kurtu­luşu için gerekil olan hükümeleri içinde toplamış bu­lunmaktadır.

İlimlere mevzu ve sanatlara model teş­kil eder beyanları ile bugün indirilmişçesine belagat ve fesahatini, halavet ve hararetini, özellik ve gü­zelliklerini aynen muhafaza etmektedir. Hükümlerin­de eskime olmamış ve olmayacaktır. Her zamana ve her mekana tatbik edilebilme özelliğini korumaktadır.

Duayı Terketmekten Sakınmak

  • Deniz

"Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin. Şu bir hakikattir ki, Allah haddi aşan­ları sevmez" (Sûre-i Ârâf 55).

Dua, Cenab-ı Hakk'ın rububiyyetine iman etmiş bir kulun, kendi acizliğini idrâk etmesi ve Yüce Rab­bimize yalvarıp yardımını istemesidir. Bu inanç ve anlayışla bir mü'min, ellerini duanın kıblesi olan se­mâya doğru kaldırdığı zaman Allah Teâlâ'ya ibade­tin en değerlisini yapmış olur. Duâ hem müstakil bir ibadettir ve hem de yapılan ibadetlerin, verilen sa­dakaların ve işlenen hayırların kabulüne vesîledir. Bedenî ve mâli ibadetleri ifadan sonra, "Yâ Rabbi, yaptığım ibadeti, işlediğim hayrı lütfen ve keremen kabul ediver demesi, yaptıklarının kabulüne vesile teşkil eder. Bu hususu açıklayan hadîs-i şeriflerde şöyle buyurulmaktadır:

Selamlaşmayı ihmalden sakınmak

  • Deniz

"Bir selâmla selâmlandığınız vakit, siz on­dan daha güzeliyle selâmı alın veya onu ayniyle karşılayın" (Sûre-i Nisâ 86).

İslâm dini, insanlar arasındaki beşeri münasebet­leri en mükemmel bir şekilde tesis etmiş ve bu hu­suslarla ilgili vazifeleri açıklamıştır.
Beşerî ve İslâmî muâşeret kaidelerinden biri de selâmlaşmaktır. Toplu halde yaşayan insanların yol­da, evde ve camide karşılaştıkları müslümanlara İs­lami tehiyyesi, selâm vermektir.

Selamlaşmanın tarihi, insanın yaratılışı kadar es­kidir. Cenab-ı Hak, âdem (a.s.)'ı yarattığı zaman ona "Git de oturmakta bulunan şu melek topluluğunu se­lâmla. (Mukabil olarak) sana verecekleri selâma ku­lak ver. Çünkü o senin ve zürriyetinin selâmı ola­caktır buyurdu. Hz. Adem varıp meleklere "Selâmün aleyküm" dedi. Onlar da "es-Selâmü aleyke ve râh-metüllâh" dediler (Buhârî c. 7, s. 125).

Günaha karşı tevbe

  • imdat sezer

İNSAN GÜNAH işleyebilen bir varlık. “Benim günah işlemem mümkün değil” diyebilen hiç kimse bulunmuyor. Her insan, şu veya bu şekilde, az veya çok, günah çukuruna yaklaşıyor, bazen de içine düşüyor.

Bizler, akıl ve kalb dengesi içinde hayatımızı sürdürüyoruz. Fakat, insan sadece akıl ve kalbden ibaret olmadığı için, başta nefis olmak üzere baskın duygular, söz dinlemez hisler, önü alınmaz hevesler ve karşı konulmaz vehimler altında, bazen farkında olarak veya olmayarak irademize söz geçiremiyor ve günah işliyoruz.

Günahlardan Sakınmak

  • Deniz

"Eğer yasak edildiğiniz büyük (günâhlar­dan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz. Bu da Allah'a göre pek kolaydır"
(Nisa 31).

Günâh, insanı itâat sahasından uzaklaştırıp isyan vadisine sürükleyen hatalı bir davranıştır. Ufağı ile büyüğü ile işlenen herbir günâh, kişiyi Allah Teâlâ'nın himayesinden uzaklaştırıp nefs-i emmârenin tesiri altına itmiş olur. Günâh, yüzde bir kara ve kalpte manevi bir yara meydana getirir. Acıyanların merhametlisi olan Rabbimiz, biz kullarının günâh kirine bulaşmaması için, hatalı hareketlerden sakın­mamızı ihtar etmekte ve bu ikazın aksine hareket edenler için uhrevî sorumluluk bulunduğunu haber vermektedir.

GÜLMEDE ÖLÇÜ

  • Nalan

Gülme, insan tabiatı ile alâkalı ârâzdandır. Her ne kadar nefes alıp vermek gibi zaruri bir hal değilse de, gülme hissinin tesirinden kendimizi kurtaramamaktayız. Karşılaştığımız gülünç bir hadise veya dinlediğimiz güldürücü bir hikâye, hislerimizi bu istikamette herekete geçirmektedir.

Benliğimizi gülme hissi kuşattığı zaman, İslâmî ölçülerin dışına taşmamalıyız.
Arap lisanının kelime zenginlikleri sebebiyle, gülmenin yirmiyi aşkın ismine rastlamaktayız. Biz meseleye, dil yönünden değil, dinî ölçüler zâviyesinden yaklaşmak fikrindeyiz. Mevzûun halkımızı ilgilendiren tarafı, lisan yönünden ziyade, ahlâkî cephesidir. Bu noktadan hareket-le, gülmeyi üç esasta arz etmek istiyoruz. Şöyle ki:

GİYİNİP KUŞANMADA İSLÂMÎ ÖLÇÜ

  • Nalan

Elbise, vazgeçilmesi caiz ve mümkün olmayan bir ihtiyaçtır. Gerek Hakk'ın huzuruna, gerekse halkın yanına çıkabilmek için giyinme ihtiyacı duyarız. Bu, fıtrî ve medenî bir zarurettir. Bu ihtiyaç, yazda ve kışta, şehirde ve kırda, her zaman ve her yerde bizimle beraber bulunur.

Elbise, avret mahallini örten ve fıtrî mehasine güzellik katan bir zinettir. İslâmî ölçüleri dikkate alarak ve kibre kapılmadan giyinip kuşanmak caizdir. Tevazu, elbisenin hırpanî olmasında aranmamalı ve bu hasletin kalbteki bir his olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. 5 dirheme bir koyun satın alınabilen asrı saadette, Peygamberimiz üzerinde bin dirhem gümüş kıymetinde bir ridâ ile ashabının huzuruna varmış ve kendileriyle sohbette bulunmuştu. Kâinatın en yüce efendisi ve insanlık ufku bulunan Peygamberimiz, diğer bir gün de üzerinde dört bin dirhem kıymetinde bir elbise bulunduğu halde mihraba geçip namaz kıldırmıştır (1). Cenab-ı Hak, kuluna ihsan ettiği nimetin eserini onun üzerinde görmeyi sever.

YÜZÜK TAKINMAKTA DİKKATE ALINACAK DİNÎ ÖLÇÜLER

  • Nalan

Müslüman veya gayri müslim milletlerin şehirli veya köylü tabakasının giyim ve kuşamları incelendiğinde, bilhassa süs eşyasına karşı olan temayüllerinde, büyük benzerlikler görülmektedir. Kadınlarda müşahede edilen küpe, yüzük, bilezik, gerdanlık, zincir, iğne vs. gibi süs eşyasına mukabil, erkeklerde köstek, kravat maşası, yüzük gibi zînet eşyası göze çarpmaktadır.

Yüce dinimiz, müslüman erkeklere altından imal edilmiş zinet eşyası kullanmayı haram kılmıştır (1). Sağlık yönünden karşılaşılan zaruret hali bu hükmün dışında tutulmuştur. Külab harbi günü burnu kesilen Arfece bin Es'ad (r.a.), gümüşten takma burun yaptırmıştı. Bunun koku yapması üzerine, Tabibü'l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz altından burun yaptırmasına emir ve müsaade buyurdu.

KOKU KULLANMADA ÖLÇÜ

  • Nalan

Cemiyet halinde yaşayan insanların ihmal etmemesi gereken hususlar vardır. Temiz olmak, güzel giyinmek ve yanına vardığımız kimelerin bizden uzaklaşmasına sebep olacak hareketlerden sakınmak gibi... Bu sebeple sarmısak, soğan ve pırasanın çiğ olarak yenilmesi "mekruh" hükmü ile engellenmiş bulunmaktadır. Bu hikmete müsteniden et ve balık satan esnafımız, üzerine sinen koku ile cemaati tedirgin etmemek için, elini yıkayıp elbisesini değiştirmeli ve daha sonra camiye ve cemaate gitmelidir.

Bahsi geçen tedbirler, halkın bizden uzaklaşmasına ve dinimizi tanımayanların bizim şahsımızda İslâm'ı tenkit etmesine sebep olmamak için tavsiye olunmuştur. İnsanların bize yaklaşmaları için güler yüzlü, güzel huylu olmalı ve hoşlanılan kokular kullanmalıdır. Zira insan tabiatının râyihai tayyibeye meyli vardır. Bu temayülü en iyi tesbit eden peygamberler, güzel koku istimalini âdet ve alışkanlık haline getirmişlerdir. Onların bu yöndeki hasletlerini tescil ve beyan eden bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Dört şey; utanma, güzel koku kullan-ma, misvak (ile dişleri temizleme) ve evlenme enbiyanın sünnetlerindendir"(1).

YİYİP İÇMEDE İSLAMİ ÖLÇÜLER

  • Nalan

İnsan, hayatını devam ettirebilmek için, yiyip içme zorundadır. Kişi bu ihtiyaçtan kendini uzak tutamaz. Şu ciheti kesinlikle ifade edebiliriz ki, yiyip içme hayatın gayesi değil, ancak yaşamanın vasıtasıdır. Bu iki mefhumu birbirinden ayırt edemeyen kimseler, vasıtayı gaye haline getirip midesinin kölesi olmuşlardır.

Vücudun kuvvetini sarsacak ve ibadetleri ifâ etmeyi engelleyecek kadar az yemek, sağlığımızı korumayı ihmal olacağından, tefritte bocalamak olur. Aşırı derecede yemeye düşkünlük, oburluk ve ifratta yanılmaktır. Akla ve hikmete uygun olan israfa kaçmadan yiyip içmektir.

Alt tarafı bir etek dersek?

  • imdat sezer

Bir köyde uzun etek giyen güzel bir hanıma,
birçok erkek evlenme teklif eder ama,
bayan fakir olmasına rağmen,
her nedense teklifleri geri çevirir.
İki genç iddiaya girer.

Yakışıklı olanı, "Ben bu bayana kendimi kabul ettiririm" der.
Bayana giderek, “Annem sizin namuslu bir kadın olduğunuzu söyledi.
Şu basit tokayı da hediye olarak gönderdi” der.

Bayan sevinerek alır ve annesine selam gönderir.
Genç, başka bir zaman, elmas taşlı altın bir yüzükle gelir,
bunu da ben size hediye etmek istiyorum der.

HARAMDAN KAÇANI ALLAH KORUR

  • imdat sezer

Ünlü hükümdar Timur'dan sonra yerine geçen oğullarından Şahruh (XV. y.yıl) babasının tersine bilime ve bilgine değer veren, dindar, halim, selim biriydi. Bilginlerle oturup kalkmaktan zevk alırdı. Şahruh'un çevresindeki bilgin kişilerden biri de Nimetullah Efendi idi. Aynı zamanda evliyadan olan Nimetullah Efendi'nin dilinden düşürmediği

bir söz vardı: "Allah haramdan kaçanı korur" (Yani kişi haramdan kaçarsa Allah ona haram yedirmez, nasip etmez, demek istiyordu.)

Bu sözü sık sık tekrar eder, bununla biraz da hükümdar ve adamlarını uyarmak amacı güderdi. Şahruh da bunun her zaman mümkün olmayacağını, insanın bazen bilmeden de harama el uzatabileceğini ileri sürerdi. Şahruh bir gün sarayında özellikle Nimetullah Efendi'yi ağırlamak üzere bir ziyafet düzenledi. Başta hükümdar ve Nimetullah Efendi olmak üzere davetliler sofraya oturdular. Baş yemek kehribar gibi kızarmış bir kuzu çevirmesiydi. Herkes gibi Nimetullah Efendi de iştahla yiyor, yedikçe "Allah haramdan kaçanı korur" sözünü tekrarlayıp duruyordu. Hükümdar ve adamları da bıyık altından gülüyorlardı. Nihayet yemek bitti. Şahruh Nimetullah Efendi'ye sordu:

ADEM ALEYHİSSELAMDAN BİZ EVLATLARINA ÖĞÜTLER

  • imdat sezer

İlk insan, ilk peygamber ve insanlığın atası olan ilk baba Hz. Âdem Aleyhisselâmın oğulları için Hz. Şit gibi kendi izinden gidenler olduğu gibi, şeytana uyarak çığırdan çıkanlar da vardır. Ama onun görevi doğruyu, güzeli ve gerçekleri akıl ve kalblere yerleştirmeye çalışmaktı. Hz. Âdem'in oğullarına pek çok öğütleri olmuştur. Şu öğüt sadece bir örnek mahiyetini taşımaktadır.

Hz. Âdem Aleyhisselâm, oğlu Hz. Şit'e beş nasihatte bulunmuştu. Şöyle diyordu:

Ey Şit! Oğullarına söyle:

Sihir Yapmak ve Yaptırmaktan Sakınmak

  • Deniz

"Helak edici şeylerden (bulunan) Allah'a şirk koşmaktan ve sihirden sakının" (Buharî c. 7, s. 29).

Sihir, sebebi gizli olduğu için, hakikate aykırı ola­rak tahayyül edilen göz boyacılığı ve hilekârlık yo­lunda cereyan eden bir şeydir. Esrarengizlik, sihrin sebebindeki gizlilik ve incelik zahiri bir câzibe, hile ve kötü maksat sihrin mâhiyetini teşkil etmektedir.

Sihir, muttarid sebepler hilâfına olarak bizzat Al­lah Teâlâ'nın dilemesiyle meydana gelen ve hârika sayılan işlerden değildir. Zira sihrin bir sebebi var­dır. Ancak bu sebebin herkes tarafından bilinmeme­sinden dolayı harikaymış gibi hayal edilir.